Hayatta en acı ve trajik olaylardan bir tanesi de insanın kendine yalan söylemesidir. İnsan kendine hiç yalan söyler mi? Dememek lazım. İnanın insan en çok kendine yalan söyler. En çok nefsini avutup kandırır. Ne tuhaftır ki yalanına inanır bir zaman sonra. İnsanın, Hakkı gören hikmet gözü kör olunca; nefis, heva ve heves üçlü göz olur kişiye. Melunca bakmaya başlar hayata. Bu duruma nasıl düşülür dememek lazım. İnanın düşülüyor. Maazallah!

Şeytani duygulara kapı aralayan zaaflar arttıkça dört taraftan taarruz ve kuşatma başlar ve nihayetinde kezzap kesilir insan. Etrafa baktıkça, topluma karıştıkça şeref-şereften yoksunluk, izzet -zillet, üstün-alçak, iyi ve kötü, doğru ve yanlış kavramlarının nasıl da tersine döndüğünü görüyor insan. En alçak insanın en çok el üstünde tutulup, edepsizliğin ve çukurlaşanların alkışlandığı ve takdir gördüğünü hayretler içerisinde izliyor ve kahroluyorsunuz.

Şeytan aleyhila’ne sayısız kumpaslar kurar insana. Her cihetten saldırdığı insanı düşürmekle kalmaz kendine bile dürüst olmayan bir yaratığa çevirir.

Efendim yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış. Öyle gerçekten. Rezillikte son noktaya gelmiş insanların, sapkınlığı kimlik olarak benimsemişlerin, şeref ve haysiyet sahiplerine tuzak kurduğu demlerdeyiz. Dem bu demdir deyip, çayını demleyen, rahat koltuğunda lağım çukuruna dönüşmüş evlerinde keyif çatmak, üstüne üstlük namuslu insanlara sataşmak bu arsızların işleri. Kapak sularında yüzmek o kadar alışılagelmiş bir hal olunca ikna edemiyorsunuz bunun pislik olduğuna. Bir de böyle gafiller vardır: Uyarıyorsunuz biraz uyanacak gibi oluyor bu sefer şeytan boş kuruntu ve avuntularla onları avutuyor. Efendim benim annem ömründe erkeklerle yan yana bile gelmez, şöyle iffetlidir böyle hayalıdır, teyzem, halam var ya acayip dindardır, dedem de hacıdır. Dayımlar hep hocadır falan filan.. diyerek aldatır kendini ve başkalarını. Kendi gayya çukurunda bir ömür boyu debelenip duruyor çıkacağına habire batıyor. Rezillikte mastır yapıyorken dedesinin haccıyla, annesinin hayasıyla teyzesinin dindarlığıyla övünür ve avunur. Tamam da onların yaptığı ameller sana işlemiyor ki! Pislik paşalardan yukarıya çıktıkça ve battıkça günaha çıkmakta zor oluyor. Defaatle doğru yolu görür doğru yol ona cazip gelmez. İyilik ve hak yol nerdeyse o tersine doğru koşar dört nala. Bu gün sazda, yarın cazda çiftetelli, Ankara havası, onun düğünü, berikinin nişanı ha oğlan evlenecek ha görümce darılacak. Okul partiler, komşu toplantıları ömür 30, 40, 50’lere dayanmış. Hala yeşermenin, ikinci baharı yaşamanın hevesiyle kör kütük sarhoş avare. Kütük yeşerir mi hiç? Anca odun olur! Cehenneme odun olma arkadaş, gel henüz vakit var! Diyorsun, bırak bu boş işleri. Başlıyor yine hikaye, fıkra, hayaller peşi sıra; o okullar bitecek, diplomalar sertifikalar, mastır, doktora yapılacak, kilolar verilecek, gençlik iksirinden içilecek...Bir sürü parayla yeni, ucube, sevimsiz ve bir o kadar rezil mahkumlar türeyecek. Reva mı bu insan onuruna? Tek değer ve sermaye beden olunca onu kaybetme korkusu kabus gibi oluyor tabi. Gerçek değer ve kıymetin inanç, ahlak ve edepte olduğunu bilse keşke!

Hiç mi ilham gelmez, İyilik ve haktan yana? Geliyor lakin algılar o yönde kapalı. “Sağırdırlar, dilsizdirler ve kördürler. Artık hakka gelmezler. (Bakara/ 18) Ayeti celilesi tecelli edecek heyhat!

Boşa akıyor zaman. Ak düşmüş saçlara boya, yüzdeki çizgilere makyaj gerekçeli vücutta her geçen gün artan kocama alametleri? Ne yapısını ruhu geçmiş. Efendim zamanında hep içinde kalmış, zaten eşini de istemeden kazara almış. Elini sallasa ellisi! İhtiyarlık geliyor besbelli. Rücu et Rabbine, dön, yol yakın! Gönül macerası, popülerlik sevdası, gelecek endişesi...Bu okunan kimin selası? Kaç hayat kayar böyle? Kaç aile tarumar olur bu bomboş avuntu ve kuruntularla? Namaza başlayacak olmuştur, sohbetlere, Kur’an ortamlarına gidecek gibi olmuş ama nefsi hep bir engel bir bahane çıkarmıştır. Nefse cazip fikirler, mükemmelleşme ve para-pul sevdası yönünü rezilliklere çevirmiştir. Neticede hayatında ve düşüncelerinde baş aşağı yaşamaya alışacaktır. Dinden dem vurur hayatında din yok, namustan dem vurur namus ve haya sükut etmiştir. Ama ne olacak niyeti temizmiş, hem haklıymış ihmal edilmiş, zamparalık, çapkınlık aldatma değil o başka bir şeymiş! Şeyyy? Ney? Sükut. Adını koyamaz hayatının merkezine koyduğu o şeyin! Kim helalin mi? Değil ya arkadaş! Aileden biri gibi? Allah sınır koymuş. Aile, mahrem kim hepsi belli. Açsa Nur: 31’i, Ahzab: 59’u. Allah sınır koymuş. Neden sınır tanınmaz? Ama şeytan aldatmış. Haklı olduğuna inandırmış. İffetli olmak, namusunu muhafaza etmek, alçakça duygulardan kaçınmak, bir şey ifade etmiyor mu? Duygular kör olunca göz de kör olur. Peşi sıra evlad-ı iyalin, çoluk çocuğun ahvali de perişan. İhmal edilen, eğitilmeyen kız ve erkek çocuklar ileride hem bu sarhoş ve gafil anne ve babanın başına hem de toplumun başına dert olacaklar. Bir bilseler. Bir anlasalar yaş almanın tecrübe zenginliği olduğunu. İffet ve hayanın iman meyveleri olduğunu. Yarılanmış ömrünün bari geri kalanını hakka adasalar, tövbe etseler. Ailenin, eşinin, çoluk çocuğunun selameti için dünya ve ahiret kurtuluşu için bıraksa ikinci, üçüncü bahar safsatalarını. Başkaları da yapıyor! öbürleri, ötekisi de aynını yapmıştı, berikinin de kızı-oğlu bunu yaşamıştı diye cesaret alıp karanlığı ve pisliği günahına siper etmek gibi hezimete düşmese keşke. İyi iyidir, kötü kötüdür. Hak ve batıl birbirinden ayrılmıştır.

Başkalarının rezalet perdesini kendine libas seçenler yazık size! Hesap yaklaşıyor, ölüm ensemizde. Ya Azrail uyandıracak ya da tövbe. Ebedi gençliğe ram olmak en büyük kazanç. Ne mutlu bu gençlik için çağlayanlara. Geç olmadan uyaranlara ne müjde! Çukura razı olanlar yazık size!