Eskiye dair hatıralar insanın zihninden kolay kolay silinmez. Özellikle çocuklukta yaşanan şeyler insanın zihnine adeta kazınır. Hatıralar içerisinde bazı hayatlar ve o hayatların sahiplerine dair fotoğraf kareleri ve bazı sahneler de derin izler bırakır insanda. Çocukluk hatıralarımın içinde teyzeme dair aklımda kalan ve derin izler bırakan en çarpıcı sahneler arasında: O dağ köyünde onlarca işin gücün içinde; tarla işleri, hayvancılık, ev işleri ve daha birçok meşguliyetin içinde, ibadetine, tesettürüne ve bildiği tüm dini değerlerine gösterdiği ihtimam ve titizliğidir.

Sabahın alaca karanlığında her uyanışımda o çoktan uyanmış olur, evin aşağısındaki su arkının bitişiğindeki beton namazlığın üzerinde huşu içerisinde namaz kılıyor olurdu. Kimsenin ondan erken kalktığına şahit olmadım, kimsenin ondan daha fazla iş yaptığını da görmedim. Sağılacak onca hayvan dururken o namazını kıldıktan sonra ev halkını tek tek namaz için kaldırırdı. Öyle bir iki seslenmeyle değil dakikalarca onlara seslenir, kaldırmadan bırakmazdı. Hava aydınlanıncaya kadar kapı eşiğinde elinde Kur’an ve dua kitabını okur, zikir ve tesbihatını özenle tamamlardı.

Bir kere bile saçının tellerini görmedim. Beyaz, kalın ve büyükçe olan tülbentini kat kat örter elbiseleri genişçe olurdu. Kahkahasını duyduğumu hatırlamam ama insana huzur veren tebessümünün daima yüzünü aydınlattığını unutamıyorum. Öyle içten bir tebessüm ki merhamet kokardı. Sonra gönlü öyle geniş bir anne idi ki kendi çoluk çocuğunun üstüne bir de bize annelik şefkatini iliklerimize kadar hissettirirdi. Gıybet etmez, kimseyi kötülemez, kınamazdı. Bir kere bile bizi azarladığını hatırlamıyorum. Bu ve daha birçok üstün vasfın ve takvanın canlı bir örneğiydi.

Öyle cilt cilt kitapları, diplomaları, başarı belgeleri falan yoktu. Tüm ilmi, alim olan babasının dizileri dibinde dinlediği nasihatler, sadece yüzünden okuyabildiği Kur’an-ı Kerim ve ezber bildiği bir kaç sure ve ayetten ibaretti. Buncacık ilimle elde ettiği güzel ahlak ve örnek bir yaşantısı vardı. Hamd ve şükür virdi, teslimiyet ve sabır vasfı, gayret ve merhamet onun süsüydü. Allah'a duyduğu imanı ve aşkı tüm azalarında okunuyordu.

Teyzemin şahsında anlattığım portre aslında birçok Anadolu kadın ve erkeğinin özellikleridir. Bu minval üzerine süren zor hayat şartlarına rağmen huzur ve bereketli yaşamalar...İlim az fakat teslimiyet çoktu. Öğrenirken bilgiler az ama iman sadece akıl ile değil kalp ile de idrak edilirdi.

Bu çağın çok okuyan, çok bilen, okumaktan beyin zarı sulanan, daldan dala atlayan, şüphe ve tereddüt toplayan, alim beğenmeyen, dini sorgulayan, hatta Allah'ı (haşa)yargılayan, kitaptan işkillenen, hadise şüpheyle bakan, elinde mercek ayet ayet kurcalayıp eksik arayan, Aristo ile coşan, Freud ile huşuya kavuşan bilgili ve alim insanları; ne teyzemi ne de Anadolu’nun o İslam’ın emirlerine teslimiyet ile huzur ve saadete kavuşmuş şahsiyetlerini anlamaz ve beğenmezler. Hepsini kör, taklitçi, aklını kullanmayan ve geleneksel kültürlü diye aşağılarlar. Kendilerini de filozof ve tahkikatçılar olarak görürler.

 Valla adına ne derlerse desinler onların gelenekçi ve teslimiyetçi inançlarının çok güzel meyveleri, üstün ahlaklı yetiştirdiği nesilleri ve huzur dolu yaşamları vardı. Peki tüm tahkikatleri kendilerine insani ve ahlaki bir erdem kazandırmayan, sorgulama aşamaları teslimiyet aşamasına geçmeyen, bir türlü imanları aklın sınırını geçemeyen, kafası karışık olup kafa karıştıran, sonra da huzursuzluk , şüphe ve fitne tohumları saçan, kafası bozulunca ekranlarda sigara dumanları eşliğinde efkar dağıtan bu asrın entelektüel ve aydın! insanlarından sadır olan üstün ahlak ve meziyetlerini neden bir türlü göremiyoruz. Son olarak diyeceğimiz şudur onlara “ilim bir denizdir, okumakla tükenmez, bu terazi de bu kadar sıkleti çekmez"

Sınırlı aklın, sonsuz vahyin ışığı olmadan yol bulması muhaldir. Ne mutlu aklıyla birlikte vahyin nuru ile yol bulanlara.