İnsanlığın teknolojide hız kesmeden ilerlediği bir çağda yaşıyoruz. Uzayın derinliklerinden tutun taa arzın merkezine kadar uzanan bir keşif serüveni, tüm aksiyonu ile devam etmektedir. Yapay zeka, konuşan robotlar, uçan arabalar...

    Her buluşun hayata dair getirisi olduğu gibi genellikle göz ardı edilen götürüsü de vardır şüphesiz. İnsanlık, bilim adına bu denli hızlı ilerlerken yaşam koşullarını rahatlatan birçok buluşla tanışıyor. Her geçen gün beden gücü, yerini makine gücüne bırakıyor. Oturduğu yerden bir tuşla birçok işini halledebilen insanlık, internet vasıtasıyla sanal bir alem de kurunca insanı insan yapan sosyal yönü iyice dumura uğruyor. Hızla bireyselleşip yalnızlaşıyor. Hayatına giren yeniliklerden duyduğu sevinç, şimdilik onu mutlu ediyor görünse de yavaş yavaş nasıl bir varlığa dönüştüğü aklı selim insanlarca endişeyle gözlemlenmektedir.

      İnsanoğlu fıtraten yalnızlığa değil sosyalleşmeye ve meşverete meyilli bir yapıda yaratılmıştır. Ne kadar mükemmel olursa olsun her şeyi bilemez ve her işten anlayamaz. Eksik yanlarının tamamlanacağı, kendini tam olarak bulacağı yer toplumdur. Bu fıtri bir ihtiyaç olduğu için terk edildiği ölçüde kişiliğinde, en nihayetinde toplumda ciddi çatlaklara sebebiyet verecektir. Bizi biz yapan insani özelliklerimiz olan paylaşma, yardımlaşma, dertleşme, muhabbet ve sohbet ortamları terk edilmeye doğru gidiyor maalesef. Bir kaç aydan beridir dünyayı ve ülkemizi de etkisi altına virüs de zaten azalmakta olan aile, akraba, komşu ve toplum bağlarımızı iyice zayıflatmış ,kopma noktasına getirmiştir. Evlere kapanan insan, iyice içine kapanıp gömülmüş, bağlar zayıfladıkça zayıflamıştır.

      Hastalığa karşı önlem amaçlı oluşturulan sosyal mesafe, manevi olarak da ruhlarımızı birbirinden uzaklaştırıyorsa burada bir sorun var demektir. Halihazırda hastalık etkisini sürdürmekte ve ne kadar devam edeceği bilinmemektedir. İnsani ilişkilerimizi, bu hastalığın bitiş zamanına endekslersek vay halimize! Aylarca hatta yıllarca bitemeyeceğinden bahsedilen bir hastalık bu. Bunca zaman geçip de hastalık bitince hayatımızdan maddi ve manevi nelerin yok olacağını varın siz düşünün. Her şeye rağmen yaşamsal ihtiyaçlarımız için  çalışıyor, alışveriş yapıyorsak bunlar vazgeçilemeyen temel gereksinimler olduğu içindir. Fakat hem kalbimiz hem ruhumuz için vazgeçilemeyen ihtiyaçlar olan bağlarımız neden göz ardı ediliyor? Kırgınlığını ve hüznünü giderebileceğimiz bir gönül, bizim için hiçbir şey ifade etmiyor mu?

     Bir telefonla, ayaküstü, mesafeli  de olsa bir ziyaret ile mutlu edeceğimiz bir insanın duası bizim için her iki cihanda paha biçilmez bir sermaye olabilir. Didik didik olan akrabalık ilişkilerimizin onarılması için atacağımız bir adım belki de hayati bir değer ifade edebilir. Nisa suresi 36. ayette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ elinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü Allah her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.” Rabbimizin sıkı tutun diye emrettiği bağları koparıp atmanın ne virüs ile ne de başka bir sebeple açıklanır bir tarafı yoktur. Sevdiklerimizin ve akrabalarımızın üzerimizdeki haklarını unutursak Allah muhafaza, rahmetten de uzaklaşmış oluruz.

       Şunu unutmamak gerekir ki: İnsanı bir araya getiren, yakınlaştıran sevgi ve muhabbettir. O muhabbetin daima diri olması, ilgi, alaka ve ziyaretleşme ile olur. Birbirini candan seven gönüller için ne mesafe ne virüs engel değildir. Yeter ki samimiyet ve muhabbet olsun, yoksa aylardır süren virüsün bitmesini bahane etmek, canının istemediği kişileri uzaklaştırmaya, misafirden kurtulmaya bahane olarak kullanmak, zor zamanlarında yalnız bırakmak inandırıcı bir sebep değildir. Bizim üstümüze düşen yıkılmaya yüz tutmuş tüm insani ve ahlaki değerleri ayakta tutmak adına bu yapıya omuz vermek, onu yeniden inşa etmektir. Yıkılırsa maazallah birçoğumuz altında kalabiliriz. Tüm değerlerimize sahip çıkmak temennisi ile vesselam...