Genel seçimlerin sonucunda oluşan tablo, siyaset ile din ilişkisini anlamanın ve toplumsal etkileri bağlamında değerlendirmenin gerekli olduğunu bir kez daha ortaya çıkardı.

Erdoğan`ın Kur`an`lı mitingleri ve diğer dinsel çıkışları, Sosyalist ideolojiye sahip olan HDP`nin dinsel tema ve çıkışları, yine ulusal ve Kemalist ideolojiye sahip olan CHP`nin dine dair çıkışları, MHP`nin klasik Türk-İslam sentezinde yaptığı siyaset, SP`nin klasik milli görüş anlayışına dayalı siyaseti ve İslam`ı referans aldığını söyleyen HÜDAPAR`ın izlediği siyaset ve izlenen bu siyasetler sonucunda alınan sonuçların din ve siyaset üzerindeki etkilerini bir kez daha gözden geçirme gereği doğdu.

Din ve siyaset ilişkisi, tarih boyunca üzerinde en fazla konuşulup tartışılan konulardandır. İnsanlık tarihinde en girift ve sonu gelmez tartışmaların başında bu ilişki yer almakta. Bu ilişki, egemenler ve egemen olmak isteyenler arasında, dinin bir araç olarak siyasal mücadele için kullanılmasıyla başlar. Tarihsel süreç içerisinde her ikisi gelişmiş ve birbirlerini etkilemişlerdir.

Toplumu yönetmek için devletin ya da bir iktidarın varlığı/zarureti tartışmasız bir gerçekliktir. Her ne kadar devletin bir zaruret olmadığını geçmişte savunanlar olmuşsa da bugün devletin/iktidarın gerekliliği tartışılmaz bir gerçekliktir.

Tüm dinler de bir iktidarın varlığını kabul eder ve kendi iktidarına dayalı yönetimi tesis etmek ister. Geleneksel ve günümüz toplumlarında dinin şu veya bu biçimde mutlaka siyasetle ilişkisi olmuştur.

Din ve siyaset ilişkisi, çok karmaşık ve adeta mayınlı bir tarla gibidir. Bu ikiliyi birbirinden ayırmak ne dün mümkün olmuştur ne de bugün. Birbirinden ayrılması oldukça zor olan bu ikilinin ilişkisinin sağlıklı yürümesini ve hangi temellere oturtacağımızın tespitini yapmak gerekir. Daha açık bir ifadeyle siyasetin referansı ne olmalıdır sorunsalına cevap vermek gerekir.

Din ve siyaset ilişkisi tarih boyunca hep sorunlu olmuştur. Bu sorununun temelinde Batı`nın yaşamış olduğu trajik tecrübe yatmaktadır. İslami toplumlarda da bu sorun olmuş ancak Batı`daki gibi olmamıştır.

Batı`da Kilise ile siyaset hep rekabet içinde olmuş ve birbirlerini tekel altına almaya çalışmışlardır. Bununla birlikte iktidarlar dine cephe almak yerine onu tekelleri altına alıp kendi halklarına karşı dini afyon olarak kullanmışlardır. Türkiye`de ise din Laikliğe rağmen, toplumsal birlikteliğin kaynağı olmakla birlikte iktidarların ve iktidara talip olanlar arasında bir araç olarak kullanılmıştır.

Eşsiz ve alternatif değerler sistemi olarak gelişmiş olan İslam Medeniyeti siyaseti temel olarak hukuk ve sosyal devlet üzerine kurulmuştur. İktidar/devlet, dünyevi bir yapı olup bu yapının bütün uygulamalarında adaleti tesis etmek zorundadır. Nitekim İslam`a göre mülkün/iktidarın mihenk taşı adalettir. Hak ve hukuk üzerine tesis edilmiş bir devlet, dinden soyutlanamaz.

İslam dini büyük oranda ahlak ve ibadet dini olmakla beraber, sadece ahlak ve ibadetten ibaret değildir. Bundan ötürü Müslümanlar siyaset ve yönetimle de ilgili ve sorumludurlar. Müslüman, İslam`ı bir bütün olarak kabullenmek ve yaşamına aktarmak zorundadır. Bu doğrultuda İslami ilke ve öngörüler doğrultusunda siyaset ve yönetime dair adımlar atılır, modeller ortaya konur.

Türkiye toplumu genel itibariyle seküler/dünyevi ve gelenekçidir. Müslüman bir toplumdur ancak hikayemsi bir İslam`ı sever.  Dini ağırlıklı söylem ve şahsiyetlerin toplumda karşılığı yoktur. Buna mukabil din düşmanlığını yapanların toplum karşısında yer bulmaları daha zordur.

Ülkemizde dini araç olarak kullananlar kısmen karşılık bulurken; siyaseti dine araç edenlerin karşılık bulması çok zordur. Bundan dolayı İslam`ı referans aldığını söyleyen HÜDAPAR`ın bu anlayıştaki toplumda karşılık bulması oldukça zordur ki seçim sonuçları da bunu gösterdi.