Tarih boyunca siyaset hep şeytani düzlemde cereyan ettiğinden dolayı, Üstâd Bediüzzaman Hazretleri yaklaşık yüzyıl yıl önce “şeytan ve siyasetten Allah`a sığınırım” demişti. Esasında; entrikalar, düzlemine eklemlenerek siyaset yürütmek her mûktedir iktidarın kaçınılmaz sonu olduğu gibi daha özelde, değer kaygısı olan insanların siyasî aktörlüğe soyunurken başkalaştığı, aktör iken piyon haline dönüştüğü bir siyasi düzlemdir.
Türkiye siyasetine baktığımızda, iktidar-muhalefet kavgası, iktidar içi çıkara dayalı kavgalar ve çekişmeler tarihsel süreçten kopuk bir siyasetin hakim olmadığını gösteriyor. İslamcı-muhafazakâr görünümlü bir parti olan Ak Parti`nin iktidarda olduğu bu günlerde hakim siyasi anlayışa baktığımızda da Üstâd`ın haklılığını bir kez daha idrak ediyoruz. Zira, son günlerde siyaset arenasında yaşananlar hakim siyasi geleneğin AK Parti iktidarını da etkisi altına aldığını gösteriyor.
Erdoğan`ın hükümete yönelik suçlamaları, bu suçlamalara yönelik Arınç`ın çıkışıyla başlayan gerginlik; Melih Gökçek`in, Bülent Arınç`ı istifa etmeye çağırması, buna mukabil Bülent Arınç`ın da Gökçek`in “parsel parsel Ankara`yı sattığını” iddia etmesi, bu siyasi geleneğin devam ettiğini ve hakim siyasi geleneğin İslamcı-muhafazakar görünümlü Ak Parti`nin siyaset anlayışını belirlediğini gösteriyor.
Nitekim; Bülent Arınç`ın kısmen de olsa yolsuzlukların yapıldığını söylemesi, esasında bilinen/duyulan yolsuzlukların ilk ağızdan deşifresiydi. Zaten geçmişten bu yana yolsuzluk, AK Parti`ye yönelik en büyük suçlamalardan birisi(y)di(r).
Şimdiye değin AK Parti; geleneksel bir siyaset arenasında hakim olan iktidar-muhalefet düzleminde mücadelesini yürütürken, şimdi ise; iktidar içindeki güçlerin kavgasına dönüşmüş durumda. Her ne kadar şimdi örtbas edilmeye dönük bir çabanın içine girilmişse de yakın bir gelecekte bu daha ciddi bir şekilde patlak verecektir.
Nitekim söylenenler elbette çok şey değil, sadece başlangıç! Yakın bir zamanda çok daha vahim olaylara muhtemelen şahit olacağız.
Zaten siyasetin menfaat ve dünyevi arzulara nasıl dönüştürüldüğü hep beraber, yıllardan beri müşâhede ediliyordu. Ak ile karanın birbirine karıştığı, gizli kapılar ardındaki pazarlık , komplo ve kurguların siyasî hayata yön verdiği ve en önemlisi yalan, tarafgirlik, ihanet ve çıkarcılığın siyasetin kaçınılmaz parçası haline geldiği de müşahede ediliyordu.
Mevcut olan tartışmaların danışıklı dövüş olduğunu iddia edenler olsa da kanımca ortada bir danışıklı dövüş yoktur.
Bu karşılıklı suçlama ve çıkışların birçok maddi sebebi olabilir. Milletvekili aday listeleri çekişmesi, Erdoğan`ın diskalifiye edilmek istenilmesi, Erdoğan tarafından hükümete vesayet kurulmak istenilişi, Hakan Fidan siyasete gelişi ve döndürülüşü, Abdullah Gül`ün gelecekteki pozisyonu, çözüm sürecinde inisiyatif tekeli, Yalçın Akdoğan`ın gizli hesapları, dışardan ithal edilen Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu ve Efkan Ala`nın bir sonraki hükümetteki ve partideki konumları vs....
Esasında temel sorun egemen olanların, güç paylaşamama sorunudur. Ben yoksam, kimse olamaz anlayışıdır! Doymak bilmeyen egemen olma anlayışıdır!..
Son yaşananlardan sonra, AK Parti`yi destekleyenlerin (özellikle İslami kesim) başını kumdan çıkarması lazım. Kirli olarak iktidarda kalmaktansa muhalefette ya da kenarda olmayı tercih etmelidirler.
Allah`ın hepimizi, karanlık, sinsi , aldatıcı ve şerli siyasetten muhafaza eylemesi temennisiyle....,