İslami cemaatler; samimi bir niyetle, içinden çıktıkları topluma doğru yolu tavsiye etme çalışmalarında, meşakkat ve bedel ödeme aşamalarından sonra, fıtri bir sosyal gerçeklik olarak, statik güçte istikrarla kendini kabul ettiren ‘GÜÇ MERKEZLERİNE ‘ dönüşmekte...
Ve akabinde, en büyük sınavla(bireyin en büyük cihadının kendi öz nefsiyle mücadele etmesi gibi) baş-başa kalıp, dünyevi ve nefsi ihtiraslar ile hak görünümlü şeytani tebessüm tuzaklarıyla dolu handikaplar süzgecinde, kurumsal ahlak ve cemaatsel kimlik-kişilik kalitesini yükseltme vb konularda öz-niyetten sapmama, İbrahimi sadakatle kurumsal kimliğinin korunması tarzı öz ve içsel imtihanlarına başlamaktadırlar.
Yakın tarihte tabanının büyük oranda ihlaslı bir niyetle çıktığı yolda İslami bir cemaatin, süreç içerisinde nasıl da kapkara bir örgüte dönüştüğünü hepimiz gördük/görüyoruz.
İslami kuralların ayrıntılarının değil hani, anayasasının bile ‘BU KURUMSAL KİMLİK AHLAKINCA` nasıl da ayaklar altına alındığını, iftira-kul hakkı-entrika-ahlak gibi konularda yüz kızartıcı icraatlara nasıl da imza atıldığını gördük...
Sürecin özeti cemaatten örgüte dönüşümde talan edilen samimiyetler denilebilirdi...
YUSUFİ YAKARIŞ...
Ve inşaatlar ve makinalar o kadar çok ses çıkarıyordu ki zindandaki Yusufların hiçbirinin sesi duyulmuyordu...Herkes para kazanmaya odaklanmıştı...Ekonomi iyi gidiyordu ama vicdanlar, vicdanlar tekliyor, derin ahlar çekiyordu...
İmtihan çok çetindi...Birileri para için, bir diğeri makam için, ötekiler ise nefsi ihtirasları için ÖRGÜTLEŞİRKEN, tek endişeleri çocuklarına onurlu bir gelecek bırakmak ve zillet içinde teslim olmayıp neseplerine HAK DİN İSLAM`dan izzete dair bir miras bırakmak isteyenlerin dayanışmasına ÖRGÜT yaftası yapıştırılıp, sokakta elma şekeri dağıtır gibi, ekmek-peynir dağıtır gibi, müebbetler ve bir ömürü tüketen ağır metrajlı cezalar dağıtılmıştı herbirine...
Zulümde ustalaşmışların, işkencede master yapmışların, hukuk(suzluk)ta arsızlık maskesini takmışların, darbeci kul ve yalakalar koalisyonunun kurbanıydı onlar...
Hukuk onlara ÖRGÜT ÜYESİ diyordu... Ama vicdanlar, adil olan, aklını kullanan ve taşlaşmayan vicdanlar, onların birer mağdur olduğunu biliyordu...
Ve Allah şahit ki ortada bir örgütlülük varsa bile, en onurlu, en mağdur, en savunmacı, en mazlum, en yaşamsal farzlılıklara sahip örgütlülük onlarınkiydi ve bu sebepler bile onları ve örgütlülüklerini vicdanlarda helale çıkarıyordu...
Ve müteahhitlerin önünü açabilmek için kılı kırk yarma mahareti gösterebilen eskinin adil düzen mücahitleri, kim bilir 50-100 yıl sonrası boyunca oluşacak evlilikler sonucu kendi geleceklerine, neseplerine, torunlarına akraba olacak bu zindan mağdurlarına kulaklarını tıkamakta, küplerine küp katmanın derdine yanmaktaydılar...
Bu müteahhit kardeşlerimiz, ‘dini ve aile saadetleri bütün` mü`min kardeşlerimiz biyolojik olarak kardeşimiz değildi, sadece din kardeşlerimizdi, ve bize 1 gram hayırları yoktu, onlar torunlarına ve torunlarının torunlarına para biriktirme telaşındaydılar..
Mesele kan bağıydı, illiyet kurabilme, akraba olabilmekteydi, tıpkı Emevi handikapı gibi...
Ve biz de torunlarımıza sığındık.. Torunlarımızın onların torunlarıyla evlenebilme ihtimaline, ve 50-100 yıl sonrasında akraba olabilme ihtimalimize...
VE BİR KEZ DAHA SESLENDİ ZİNDANDAKİLER, DİN KARDEŞLERİNE: Bizim için bir şey yapamıyorsanız bile torunlarınız için bir şeyler yapın.. Doğrusu şu ki sizden yardım dilenmiyoruz, siz sadece kendiniz için bir şey yapın, bizim Allah için yaptığımız ve kimseden bir gram fayda beklemediğimiz fedakarlıklar gibi... Kendiniz için birşeyler yapın, ve inanın yaptığınız her hayır İbrahimi bir rahmet gibi torunlarınıza yansıyacaktır...
İbrahimi rahmet, İbrahimi genetik demekti ve bu nesillere sirayet edecek onur demekti...Yetmedi mi biriken paralar.. Muhakkak ki para tükenen sarf malzemesiydi ama onur tükenmeyen ve çığ gibi büyüyen bir mirastı...