AK Parti, 6-7 Ekim olaylarından sonra çözüm sürecinde izledikleri yol haritasının yanlış olduğu ve bundan dolayı yanlış sonuçlarla ilerlediği kerhen de olsa kabullenmişti. Bu kabullenme sürecin yanlışlığının farkında olan birçok kesim nezdinde yeni umutlara neden oldu.

Yanlış hesabın neresinden dönülse kârdır hesabı yapılıyordu. Bundan dolayı her “şer”den “hayır” vardır söylemi gündeme taşındı. Ancak kısa bir süre sonra umutlar hayal kırıklığına dönüştü.

Biz de defaten çözüm sürecinin yol haritasının yanlış olduğunu, PKK sorunu ile Kürt sorununun ayrı olduğunu, süreçteki tek muhatabın HDPPK olmaması gerektiğini, asıl muhatapların bölgesel karşılığı olan yapı ve aktörlerin tümünün olması gerektiğini, sürecin şeffaf ve toplumun gözlerinin önünde ilerlemesi gerektiğini, Kürtlerin doğal haklarının ise hiçbir pazarlığa tabi olmaksızın ve süreçten bağımsız olarak derhal iade edilmesi gerektiğini belirtmiştik. Ancak “insanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” mısralarındaki gibi AK Parti Hükümeti sadece kendi sesini dinledi.

Gelinen süreçte ise HDPPK, tarihinde hiç olmadığı şekilde güçlendi, devletleşme yolunda ciddi adımlar attı. Yeni uluslararası partner teşviki, desteği ve yönlendirmesiyle 6-8 Ekim`de vahşiyane maskesini indirerek güç denemesi yaptı. Nihayetinde 40`ın üzerinde cinayetle birlikte yağma, talan, yaralama, yakma, kundaklama vs..... gerçekleştirdi. Kamu düzeni alt üstü oldu. Polis can korkusundan sokağa çıkmaz oldu. HDPPK sürecin tek öznesi ve yürütücüsü olduğunu  deklare etti.

Hükümet, çözüm süreciyle Kürtleri PKK`nin kucağına köle gibi  atarak, PKK`yı hem meşrulaştırdı hem de bölgenin mutlak tek gücü olduğu algısını kabullendirdi. Bu kabullendirme algısını doğrudan AK Parti iktidarı yapmıştır. Normalde bu tür süreçlerde örgütler zayıflarken buna karşın PKK güçlenirken devlet otoritesi zayıfladı.

6-7 Ekim olaylarından sonra Hükümet, başta çözüm sürecinin askıya aldığı, yaşanan olayların sorumlusunun HDP olduğu ve Hükümetin çözüm sürecine muhtaç olmadığı yönünde beyanlar vermiştir. Buna karşın HDPPK ise yaşanan olaylarla ilgili Hükümeti suçlayarak çözümü bitirebilecekleri yönünde Hükümeti açıkça tehdit etti.

İki tarafın birbirlerine karşı ayak oyunları ve blöfleri sonucunda; 6-8 Ekim olaylarının asıl sorumlu ve suçlularının; dış mihraklar, ABD ve AB, FG grubu ve provakatörler... olduğu hususunda taraflar mutabakata vardılar. Böylelikle iki taraf da birbirini aklayıp pakladılar. Hatta Demirtaş, ‘Kobanî`de yaşananlardan Koalisyon güçleri sorumludur` diyerek önceki söylemlerini yalanlamakla kalmadı, açıkça Hükümeti akladı.

Hiçbir şey yaşanmamış gibi çözüm sürecinin aynı yerden ve aynı şekilde devam edeceğine yönelik açıklamalarıyla Hükümetin kamu düzeni ve çözüm sürecinin aynen devamı için HDP ile uzlaşmasının ve AK Parti`nin havuz medyasının HDPPK`yi aklamaya çalışmasının hiçbir izahı yoktur. Hükümetin yine masallar okuyarak halkı aldatma kandırma yolunu seçmesi kabul edilemez.

Hatta PKK`nın silah bırakacağı yönündeki uzlaşı iddialarına dair PKK tarafından yalanma geldi. Nitekim Ortadoğu coğrafyasında güç dengeleri itibariyle eline silah alan yapıların silah bırakması o kadar da kolay olmamaktadır. Böyle olunca kandan ve şiddetten nemalanan PKK`nın silah bırakacağına dair beklenti ise en hafif deyimiyle safdillik olmaktadır.

PKK`nin, sürecin aynı şeklinde devamı yönündeki uzlaşı tavrı anlaşılabilir. Zira bu süreçten PKK daha da güçlenecek ve devletleşme yolunda daha da ciddi adımlar atabilecektir. Nitekim her zaman olduğu gibi şiddetten nemalanan PKK, 6-8 Ekim`de şiddeti meşrulaştırma yolunda da ciddi bir adım atmış oldu. Böylelikle sürecin tıkandığı her noktada şiddete başvurabileceğini gösterdi.

Kanımca AK Parti`nin bu sürecin aynen devamındaki ısrarı HDPPK tarafından oyuna getirildiğini kabullenmeyişidir. Bundan dolayı sürece aynen devam etmek istiyor. Nihayetinde AK Parti Hükümeti gelinen nokta itibariyle çözüm sürecindeki ısrarı bir akıl tutulmasından öte akıl zehirlenmesi yaşamaktadır.