Bismillah.

       Sanırım hepimiz birçok defa doktor olsun, öğretmen olsun, mühendis olsun, … gibi mesleğinden şikayetçi olan bir çok kişiyle karşılaşmışızdır.

       Bunun sebebi, kişiler mesleklerini seçerken daha çok o mesleğin kendisini ulaştıracağı “sosyal statüyü” ve daha da önemlisi kazandıracağı “parayı” ölçü edinmesidir.

       Böyle bir kişi tutsaktır. Özgürlüğü elinden alınmıştır. Kendini gerçekleştiremeyen mutsuz bir insandır.

       Hele bir de ilkokuldan üniversiteye yıllarca eğitim almış ancak bırakın hayallerindeki mesleğe ulaşmayı, kendisi ve ailesi için evine bir lokma ekmek götüremeyen işsizler ordusuna ne demeli…

       Sadece, ülkemizde öğretmen olmayı bekleyen yarım milyondan fazla aday var.

       Sevmese de, fıtraten meyilli olmasa da sırf belli bir ekonomik düzeye ve sosyal statüye erişme ümidiyle sadece üniversite sınavında birbirleriyle kıyasıya yarışan iki buçuk milyon öğrenci var.

       Bütün bu istenmedik menfi sonuçların tek sebebi mevcut eğitim sistemi ve bu sistem içinde uygulanan ölçme ve değerlendirme kriterleridir.  

       Aslında eğitimin amaçlarından biri de bireyin gizli güçlerini yani bireye has olan ilgi ve yönelimleri; yetenek ve becerileri tespit edip ortaya çıkararak harekete geçirmek ve geliştirmek suretiyle kişinin kendisine, ailesine, içinde yaşadığı topluma ve tüm insanlığa faydalı olacak şekilde maksimum müspet davranışları kazandırmaktır.

       Böylece kişi kendini gerçekleştirmiş olmakla özgür ve mutlu bir yaşama eren, mesleğini severek icra eden ideal bir duruma sahip olur.

        Maalesef ülkemizde ölçme ve değerlendirme; farklı zaman dilimlerinde uygulanan farklı kademelerdeki eğitim süreçleri sonucunda bireyin sadece ezbere dayalı ulaştığı bilgi seviyesini ölçen klasik ve çoktan seçmeli test usulüyle sınavlar yapılarak icra edilmekte.

       Özellikle iki-üç saat süren LGS ve YKS sınavları eğitim sistemimizin merkezine konumlandırılmış ve eğitim sistemimiz için büyük bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.

       Öyle ki; bu iki sınav amaç, eğitim sistemimiz ise tamamen bu amaca hizmet eden araç derekesine indirilmiştir.

       Özellikle son 20 yılda Milli Eğitim Bakanı olarak görevlendirilen Bakanların hemen hemen hepsi “eğitim sistemini düzeltme” adına sadece LGS ve YKS sınavlarına yönelmiş, bu sınavlar üzerinde yapılan isim değişiklikleri, sınav sayıları, soru sayıları, soru çeşitleri ve stilleri gibi fayda getirmeyen şekli unsurlarla eğitim sistemini düzelteceklerini zannetmişlerdir.

       Kanımca bu süreçte yapılan en önemli değişiklik, hızlı okuma ve okuduğunu anlama formatında sorular sorularak öğrencinin okumaya yönlendirilmesidir.

       Eğitimin sınavlar için araçsallaştırılması, sınavın da para kazanmanın vasıtası kılınması bireyin ve toplumun eğitim-öğretim yoluyla çöküşüne sebebiyet vermiştir.

       Yapılan sınavlar bireyler için bir ölüm-kalım meselesi haline gelmiş; aileler sınava giren öğrencilerle birlikte yaşadıkları stres ve kaygılardan dolayı ciddi psikolojik sorunlar yaşar olmuştur.

       Hatta durum öyle vahim bir raddeye gelmiş ki, iddia edildiğine göre Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde bir öğrencimiz Coronavirüs şüphesiyle AYT’ye alınmadığı için intihar edip kendine kıymıştır.

       Aslında ölçme ve değerlendirmenin iki-üç saatlik bir sınavla kişinin ve ailesinin hayatını ve kaderini değiştirecek tarzda yapılması eğitim adına bir faciadır.

       Çağımızda hiçbir akıl ve vicdan sahibi, milyonlarca genci böylesine çoktan seçmeli test pratiklerine dayalı patolojik sınavlara dayandıran ve bunların tamamına yakınını ruhen hasta eden uygulamanın bilimselliğini ileri süremez.

       Esasında ölçme ve değerlendirme öğrencide var olan eksiklikleri ve ihtiyaçları tespit edip hedeflenen davranışlara ulaşmak için faaliyetlerde bulunmayı temin etmelidir.

       Bu sebeple ölçme ve değerlendirme öğrenim sürecinin sonunda değil her anında yapılmalıdır.

       İlkokul sürecinde öğretmen, öğrencilerini yapılan tüm derslerde gözlemleyerek -örneğin çizdireceği bir resim veya yazdıracağı bir kompozisyon ile- öğrencilerin ilgi ve yeteneklerini kolaylıkla tespit edip e-okul sisteminde MEB’in bu iş için tahsis ettiği bölüme raporlayabilmelidir.

       Bu yolla hem olası öğretmen değişiminde gelen öğretmen için öğrencilerini tanıyacağı bir bilgi kaynağı ve hem de öğrencinin ileriki öğretim hayatında kılavuz olacak bir rehber oluşturulmuş olur.

       Ortaokul sürecinde ise öğrencinin hangi mesleği şevkle yapıp başarılı olacağı belirlenmiş ve liseye geçiş bu kriterler üzerinden gerçekleşmiş olmalıdır.

       Evet, bana göre lise zorunlu olmaktan çıkarılmalı; isteyen öğrenci lisede tercih edeceği alan çerçevesinde donanımlı bir eğitim almalıdır.

       Öğrencilerimizin tabi olduğu 12 yıllık eğitimin tamamı atıl halde tutulup sadece ezbere dayalı yapılan sınavda alınan “puan” baz alınarak meslek seçiminde bulunmak ülkemiz adına ciddi bir kayıptır.

       Bu perspektifle MEB’in sınav anlayışı sınıfta kalmıştır. MEB, bir an önce eğitimi araçsallaştıran sınav merkezli sistemden vaz geçip, öğrenciyi hayata hazırlayan ve tüm eğitim sürecini etkili kılan bir sisteme geçiş yapmalıdır.

       Allah(cc)’a emanet olunuz.