İnsanların birçoğu, şahit olduğu olumsuz vakalarda “sorumluluğunun gereğini yapma” ile ilgili olarak diliyle ve eliyle müdahalesi söz konusu olduğunda eğer bedel ödeyecekse “suspus” kalır.

        Suspus kaldığı bir başka durum da, “hak ve adaleti” ihlal edenlerle bir mensubiyet bağının olması. Aynı etnik kökenden ve aynı mezhepten olması gibi…

       İnsanlığın ta başından beri sosyal, kültürel, iktisadi ve özellikle de siyasi davranışların belirlenmesinde pragmatizm ve nasyonalizmin “nefes kesen” ve “öldürücü” olumsuz etkileri olmuş; insanlık tarihinin birçok dönemine damgasını vurmuştur.      

      “İblis, ‘Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın’ dedi. Allah: Çık oradan! Sen artık kovulmuş birisin, ceza gününe kadar lânetim senin üzerindedir! buyurdu.” (Sad, 76-78)

       İblisin bu davranışına; pragmatist bir yaklaşımla kibrin ve kıskançlığın çepeçevre kuşattığı, sinsiliğin kılcal damarlara kadar sirayet ettiği, Allah(cc)’ın ayetlerine karşı isyanda diretmeyi barındıran bir mahiyet hâkimdir.

      İster mezhebi ve isterse etnik kökene dayalı ırkçılıktan dolayı, insanın bulunması gerektiği şerefli durum ve konumdan esfel-i safiline düşmesi kaçınılmazdır. Cennetten dünyaya; insani değerlerden hayvani dürtülere; ittifaktan tefrikaya; barıştan savaşa; izzetten zillete; huzurdan kaosa ve dünyadan cehenneme…

       Hâlihazırda İslam medeniyetinin inşa edildiği devasa coğrafya, asabiyetten dolayı paramparça durumda ve kan ağlamakta…

        Bundan da ötesi tüm dünya, bu bulaşıcı hastalığın meydana getirdiği ateşten dolayı inim inim inlemekte...

        Bugünlerde ABD'de yaşanan; bir polis memurunun siyahi bir ABD vatandaşına yönelik gerçekleştirdiği ve ölümle sonuçlanan ırkçı saldırısı gündemde… ABD’yi karıştıran ve bazı Avrupa ülkelerinde de protesto edilen bu olay esnasında çevrede bulunanların çektiği video görüntülerinde, bir polisin, diziyle ensesine sert şekilde bastırdığı kişinin “nefes alamıyorum” söylemine ve çevredekilerin uyarılarına rağmen işkencesine, söz konusu şahıs boğulup ölünceye kadar devam etmesi ırkçılığın insanı ne denli canavarlaştırdığını göstermekte.

        Bu tür olaylar, ABD ve diğer Batılı Devletlerde sıklıkla yaşanan rutin bir durum. ABD’nin kuruluşu dahi ırkçı kıyımlar üzerine bina edilmiş. Avrupa’da ırkçılık sebebiyle yaşanan savaşlarda milyonlar öldürülmüş.

        Esasında Batı Dünyasına hâkim olan ideolojik ve felsefi akımların bu saldırgan faşist davranışları beslediği ve bu psikolojik hastalığın ateşini körüklediği için pek de şaşırmamak gerek…      

        Ayrıca manevi değerlerden yoksun olan Batılı Devletler, ırkçılık virüsünü iç siyasette bir savunma silahına, dış siyasette ise özellikle İslam ümmetini parçalayıp sömürmek için biyolojik bir silaha dönüştürmesini kendi menfaatleri açısından elzem görmekte. Çünkü sömürgeciliğin en kuvvetli yardımcısının coğrafi sınırlar arasına sıkıştırılıp benimsetilen şiddetli milliyetçilik fikri olduğunu bilirler.  

        İşin vahim olan boyutu ise Büyük Şeytan tarafından zerk edilen hem etnik ve hem de mezhebi ırkçılığın İslam ümmeti içerisinde pik düzeyde kabul görmesi ve sonuçları itibariyle ümmet tarumar olduğu halde bunun kanıksanması…

        Hâlbuki İslam; kavmiyetçiliği ve ırkçılığı şiddetle reddeder. Coğrafi sınırları kabul etmeyen ve kâinatın tamamını kapsayan bir anlayışa sahiptir. Irk, renk, dil ve hatta din gözetmeksizin bütün insanlara açıktır. Hangi kavme mensup olursa olsun, hangi dili konuşursa konuşsun, hangi kültüre sahip olursa olsun her “Ademoğlu” İslam’ın himayesine girebilir. İslam’ın himayesine giren her ferde Müslümanlara tanınan bütün insani haklar tanınır ve bu haklar pratikte tatbik edilir. Bu hakları ihlal eden kim olursa olsun hak ettiği cezai müeyyide uygulanır. Çünkü aralarındaki bağ insanlık bağıdır.

         “Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve 'birbirinizi tanımanız ve tanışmanız' için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır.” (Hucurat, 13)

         “Menfi milliyetçilik fikrini yürüten ve bu yüzden bize başkaldıran ve menfi milliyetçilik güderek ölen bizden değildir.” (Hadisi Şerif)

         İslam’ın öğretileri bu kadar net iken ümmet içerisinde, ırk, ulus, kavmiyet gibi sığınaklar edinmek; ‘Ne mutlu şu ırktanım diyene’, ‘Benim kavmim dünyaya bedel’, ‘Kabilemin kabilemden başka dostu yoktur’ … gibi söylemlerde bulunmak ya şizofrenik bir vakıa ya cahilce bir tutum ya da şeytani bir yaklaşımdır. Hakkı ve adaleti ihlal etmeden kavmini sevmek ve hizmet etmek ise meşru ve farklı bir durumdur.  

        Küresel şer güçler bu virüsü Müslümanların arasına enjekte ederek İslam ümmetinin nefesini kestiler ve şu an ölümünü bekliyorlar.

        Ancak, yine İslam’ın çocukları güneşin karı eritip yok ettiği gibi ırkçılığı yok ederek Adem’in çocuklarına güzel bir dünya sunacaklar inşallah.  

        Allah(cc)’a emanet olun.