Kürtlerin İslam`ı kabul ettikleri tarih, asırlar öncesine dayanır. Kimi tarihçi ve müfessirlere göre Kürtler, Hz. Muhammed (sav) zamanında, kimilerine göre de Hz. Ömer zamanında İslamiyeti kabul etmişlerdir. Hz. Muhammed (sav) zamanında İslamiyeti kabul etmelerinin dayanağı ise, müfessir Alusi`nin görüşleri gösterilmiştir.
Kürtlerin asırlar öncesi durumu hakkında detaylı bilgi sahibi olmadığımız için asırlar öncesine gitmeyeceğiz. Kürtlerin, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana çektiklerini, yakın zamanımızda karşılaştıklarını, bilahare kazanımlarını... Daha sonrasında ise İslamiyeti kabul etme süreciyle beraber, içinde bulunduğumuz zamanda nasıl muvaffakiyetler elde ettiklerini anlatmaya çalışacağız.
Cumhuriyetin kuruluşuyla beraber Kürtler üzerindeki baskıların artığını, yıllar boyunca ders kitabı olarak okutulan tarih kitaplarından biliyoruz. İlköğretim dördüncü sınıftan başlayarak lise son sınıfa kadar bu kitaplar ders olarak işletildi. İşlenen her derste Kürtler, devlete karşı asi ve hayırsız insanlar, vefasız ve isyankâr vatandaşlar olarak tanıtıldı.
Şu bir gerçek ki; okullarda okutulan tarih kitaplarında yazılanlar ile yetinmiş olsaydık, şu anda bile geçmişte Kürtlerin, Kürt aşiretlerinin devlete karşı ne kadar da isyankâr bir politika izlediğine inanmış olacaktık. Ama şükürler olsun ki, okullarda okutulan ders kitaplarında ve sadece bu kitaplarda yazılanları bizlere anlatan öğretmenlerin söyledikleriyle yetinmedik.
Kendi imkânlarımız ve İslami hassasiyet sahibi insanların gayret ve çabalarıyla asıl doğruları öğrendik. Bugün, bu doğruların başkaları tarafından da bilinmesi için gayretkeş oluyoruz. Bu doğrultuda yazıyoruz, konuşuyoruz, anlatıyoruz ve her daim bunu yerine getireceğimize de söz veriyoruz.
Bilinmelidir ki, geçmişiyle yüzleşemeyen hiçbir rejim veya hiçbir devlet kendi vatandaşının gözünde rüştünü ispat etmiş değildir. O yüzden devlet geçmişiyle yüzleşebilmelidir. Bu yüzleşme sadece birkaç olayı çok kısa bir süre gündeme getirmekle geçiştirilmemelidir. En basiti CHP milletvekili Hüseyin Aygün`ün gündeme getirdiği, Dersim meselesi gibi olmamalıdır.
Daha kısa bir zaman önce Başbakan Dersimde gerçekleşen katliamı kabul etmiş, yaşanan mağduriyetler için özür dilemiş ve daha sonrasında ise; asıl özür dilemesi gereken CHP`dir diyerek sorumluluğu üzerinden atmıştı. Başbakanın bu açıklamalarını samimi bulanlar da olmuştu, ana muhalefet partisi CHP`yi zor durumda bırakmak için söylendiğini dile getirenler, yani samimi bulmayanlar da olmuştu.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana doğu ve güneydoğu insanına yaşatılanların çok az kısmı hükümet-ler- tarafından dile getirildi. Her ne kadar Dersim olayının gündeme gelmesinden sonra diğer olaylarında gündeme geleceği umudu oluştuysa da, şu anda öyle bir umut kalmadı. Çünkü devletin, yani hükümeti temsil edenlerin gündemlerinde böyle bir madde yok!
Hükümet, geçmişte Kürtlere ve Kürtlerin öncü şahsiyetlerine karşı yapılan zulümleri, katliamları, dayatmaları, sürgünleri, asimileleri gündeme getirmiyorsa, bunu kimler yapacak veya yapmalı? Elbette bunu Kürtlerin sorunlarıyla birebir ilgilenen ve çözüm önerileri üreten sivil toplum kuruluşları, kanaat önderleri, yazar-çizerler yapmalı, gündeme getirmelidir.
Her ne kadar geçmişteki karanlık olayların aydınlığa kavuşturulması için halkı bilgilendiren, bilinçlendiren, bir araya gelmelerini sağlayıp mitingler organize eden/düzenleyen İslami sivil toplum kuruluşu yöneticileri bunları yaptıkları için soruşturma furyaları ile karşılaşıyorlarsa da; karanlıklardaki bütün olayların aydınlıklara kavuşmasına ve İslam`ın doğru anlaşılması, yaşanılması ve yaşatılması için kendini feda eden Kürt önderlerinin hak ettikleri değeri ve saygıyı görmelerine dek bundan vazgeçmemeli, geri adım atmamaları gerekir…
Anlaşılan o ki, Kürtler cumhuriyetin kuruluşundan sonraki süreçte birçok zulüm ile karşılaşmışlardır. Katliamlar, sürgünler, zindanlar ve daha birçok mağduriyetler… Ama bu kadar zalimane yaptırımlarla karşılaşmış olmalarına rağmen, hiçbir zaman doğru bildiklerinden, İslami yaşamlarından, İslam`ı tebliğ faaliyetlerinden vazgeçmemişlerdir. Zaten Kürtleri ayakta tutan, metanetli olmalarına ve yükselmelerine sebep olan en büyük güç; İslam dininin tükenmeyen ilahi gücüdür.
90`lı Yıllardan Günümüze; Müslüman Kürtler…
Geçmişte olduğu gibi, yakın zamanımızda da Kürtler haksızlıklara uğratıldı, uğratılıyorlar. Uzağa gitmeye hiç gerek yok! 90`lı yıllarda doğu ve güneydoğu illerinde devletin bilumum derin ve karanlık güçleri tarafından Kürtlere ve bilhassa da Müslüman Kürtlere karşı yapılan zulümler, belki de dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş zulümlerdi. O zamanlar Kürt olmak büyük suçtu, Müslüman Kürt olmak ise daha büyük bir suç teşkil ediyordu. O yıllarda karanlık güçlerin yaptığı insanlık dışı faaliyetler saymakla bitmez, saymaya çalışırsak ta sayfalar yetmez.
Elhamdülillah! O günler geride kaldı. Müslüman Kürtler o çıkılması zor bataklıktan da alınlarının akıyla çıktılar. Bilumum derin güçlerin desiselerini bertaraf ettiler. Zor ve zahmetli yolda badireler atlattılar, bedeller verdiler, duvarları kanlı zindanlar ile tanıştılar; zindanları medreseyi yusufiyeye çevirdiler. En azizlerini Rablerine yolcu ettiler, en fedakâr ve en çalışkanlarını dönüşü olmayan diyarlara uğurladılar…
Karşılaşılan bunca zorluk, müslüman Kürtlere cemaatçe yaşama ve hareket etme kazanımını nasip etti. Bugün bu kazanımla beraber yüz binler biranda müslüman Kürtlerin bir çağrısıyla meydanlara iniyor. Hep bir ağızdan Allah Teâlâ`nın kendilerine verdiği bu güzelliklerden dolayı şükrediyorlar. Bağlılıklarının, toplu ve organizeli hareket etmelerinin ömür boyu sürmesi için Rablerinden biran bile kendilerini başıboş bırakmamalarını diliyorlar.
Ama gelin görün ki, birileri müslüman Kürtlerin başıboş, denetimsiz ve pasif olduğunu ve 90`lı yıllardaki birlik, beraberlik, bağlılık, itaat ve fedakârlıklarının olmadığını dile getirmeye çalışıyorlar. Bunları dile getirirken de, dost (!) olduklarını ima ediyorlar. Ama bilmiyorlar ki dostlar da bellidir, dost görünümlü olanlar da…
Sizce de öyle değil mi?
Doğruhaber