Türkiye Cumhuriyetinde toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen hukuk sisteminden/haklıyı haksızdan ayıran kaidelerden ve sosyal barışı ile sosyal adaleti sağlamak amacıyla sosyal ve ekonomik hayata müdahaleyi meşru gören adalet anlayışından şikâyet etmeyenimiz yoktur sanırım.

Toplumu oluşturan bir birey olarak; Adalet Bakanlığı bünyesindeki ceza mahkemelerinin verdiği kararların yanlış ve taraflı olduğunu düşünüp, sistemi eleştirmeye bununla beraber devleti de eleştirmeye ve sesimizin daha gür çıkması için elimizde bulunan imkânları zorlamaya başlarız.

Çünkü bizlere/yakınlarımıza haksızlıklar yapıldığını ve mağduriyetler yaşatıldığını düşünürüz... Bu sebeplerden dolayı bizler her yolu deneyerek seslerimizi yükseltip, gerekli mercilerin ve yetkili makamların seslerimizi duymasını ve sorunlarımıza çare bulmalarını talep ederiz.

Kimi zaman seslerimizi yükseltmeyle hedeflediğimiz amacımıza ulaşır, kimi zaman da seslerimizi yükseltmemize rağmen istediğimizi elde edemeyiz. İşte yıllardır ülkemizde süregelen olaylar, önümüze bu şekilde mücadeleci, hakkını arayan bir insan görüntüsü çıkardı.

Yapılan haksızlık ve hukuksuzluklar karşısında hakkını arayanlar; Müslümanlardan başka gayri Müslimler, laikler, liberaller, aleviler, sosyalistler, Marksistler, ateistler, milliyetçiler kısacası her kim olduysalar, muhakkak istediklerini alabilmişlerdir. Ama söz konusu Müslümanlar oldu mu, istedikleri bir yana haklarını aradıkları için suçlu, terörist, marjinal, vatan haini, devlet düşmanı gibi kavramlar ile itham edilmişlerdir.

Biliyoruz ki ülkemiz, cumhuriyetin kurulmasından bu yana Kemalist bir rejim ile idare edildi. Kemalizm`in ülkemize hükmettiği 90 yıllık zaman süresince, rejimin öncelikli hedefleri arasında İslam`ı toplum hayatından silmek vardı. İslam toplum hayatından çıkarıldığı zaman, rejimi idare edenler daha rahat adaletsizlikler, haksızlıklar, hukuksuzluklar, zalimlikler yapabilecekler, bilahare insanlar arasında da huzursuzluklar meydana getirebileceklerdi. O yüzden İslam`ın toplum hayatından silinmesi önceliklerindendi.

İslam`ın toplum hayatından silinmesi için yıllar boyunca İslam ile mücadele ettiler. İslami hassasiyet sahiplerine karşı saldırılar, katliamlar, ithamlar, iftiralar, işkenceler, tecritler, hicrete zorlamalar, ömür boyu hapis cezalarıyla zulmettiler. Yaptıkları bunca zulümlere karşın, İslam`ı ve İslami yaşantıyı toplum arasından çıkartma hedefine ulaşamadılar. Aksine, İslam toplum hayatında yaygınlaştı ve bir hayat nizamı olmaya devam etti.

İslam toplum arasında yaygınlaştıkça, İslam düşmanları da Müslümanlara karşı zulümlerinde artış gösterdiler. Bir zamanlar Müslümanlara karşı zulüm ve baskılar öyle bir hal almıştı ki, neredeyse bütün Müslümanlar "suçlu" ilan edileceklerdi. Müslümanlar, rejimin dindarlara karşı gelenekselleşmiş politikasını/hukuk anlayışını bildiğinden, artan baskı ve zulümlere karşı ne adalet ne de merhamet bekledi. Müslümanlar daima Allah`ın adaletine ve İslami şahsiyetlere güvendi. Hiçbir zaman siyasi oluşumlardan medet ummadı, hatta bir beklenti içerisine bile girmedi.

Ancak; hak, hakikat, eşitlik, adalet, huzur, mutluluk vs. vaat eden, her türlü zulümlere karşı geleceklerini söyleyen, Kürt sorunu başta olmak üzere ülkenin kangrenleşmiş sorunlarına çözüm üreteceği teminatını veren, komşu ülkeler ile sıfır sorundan söz eden, Ergenekon gibi yapıların derin ve kirli iş ve ilişkilerini ortaya çıkarana kadar üzerlerine gideceğini söyleyen, dindar insanların üzerindeki dayatmaları kaldıracağını, herkesin istediği gibi inancını yaşayacağını söyleyen ve İslamcı kimlikleriyle tanınan siyasetçilerin Müslümanların oylarıyla iktidara gelmesinden sonra, üzerlerindeki baskıların azalacağını beklediler.

Ama geçen yıllar Müslümanların üzerindeki baskıların azalmadığını gösterdi. Yine Müslümanlar baskı ve baskınlara uğradı, hazsızlık ve mağduriyetler yaşadı, töhmet ve zan altında bırakıldı, itham ve iftiralar ile karşılaştı... Kimi bu iftiralar sebebiyle ömür boyu hapis cezalarına çarptırıldı...

Muhtaç ve yoksullara yardım ettikleri için dernekleri, zengin ve fakirlerin arasında köprü vazifesi yüklenen gıda bankaları, mescit gibi kullandıkları evleri, insanları ihya etmek için eserler çıkaran yayınevleri, vahye dayalı haber özlemini çeken gönüllere doğru haber sunan gazeteleri; terör yuvası basılır gibi basıldı...

Gazetelerde, dergilerde, internet sitelerinde zalim ve tağutlara inat, kirli ve derin ilişkileri ifşa ederek halkı bilgilendiren mümtaz şahsiyetleri gözaltına alındı ve cezaevlerine konuldu...

Tahliye edilen yakınlarını/sevdiklerini karşılamaya gittikleri ve cezaevlerinden çıkışları esnasında "Allah-u Ekber" diyen mütedeyyin kişiler, aylarca takip edilip, psikolojik savaşa uğradılar...

Âlemlerin efendisi Resulullah (s.a.v)`in yeryüzüne teşriflerinin mübarek yıldönümü için "Kutlu Doğum" programları organize eden, cennet gençlerinin efendisi Hz. Hüseyin`in şahadet yıldönümünde "Kerbela" tiyatroları" düzenleyen, terör devleti israil`in katlettiği Filistinliler için "gıyabi cenaze namazı" kılan, "Mekke`nin fethi" gecesine katılan masum ve zararsız insanlar tarihte benzerine az rastlanır bir şekilde 150 yıl gibi zalimane bir ceza aldılar...

Müslümanlara verilen ceza, yapılan baskı ve dayatmalar İslam düşmanlarını tatmin etmemiş olacak ki; gündeme dair yazdığı yazı ve yorumlar ile taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanan Doğruhaber gazetesinin eğitimci yazarını da, uzun bir süre göz hapsine aldıktan sonra "örgüt üyesi" suçlamasıyla tutukladılar...

O da yetmedi... "Bu mudur adalet anlayışınız?" dedirten bir karar ile Adıyaman merkez, Samsat ve Kâhta ilçelerinde İslami hizmetlerde bulunan dernek yöneticilerine toplamda 50 yıl ceza verdiler.

Oysa onların işlediği suçlar (!) da, aynı İhya-Der`in -sözde- işlediği suçlar gibiydi. Onlar da Resulullah`ın doğumu münasebetiyle etkinlikler organize etmişler, tertip komitelerinde görev almışlar, Kur`an-ı Kerim`i yakanları tel`in etmişler, üniversiteyi yeni kazanan öğrencilere ev temin etmişler, Kudüs Günü sebebiyle basın açıklaması yapmışlar, cezaevinde ölümcül hastalığa yakalandıktan sonra tahliye edilen aziz dava adamı Seyit Ali Demiryol`u ziyaret etmişler...

Anlayacağınız, Müslümanlar geçmiş dönemlerde olduğu gibi, herkese ak bir adalet ile muamele edileceğini ve toplumu kalkındıracağını vaat eden İslamcı (!) yöneticilerin dönemlerinde de baskı, dayatma, haksızlık, hukuksuzluk, eziyet ve sürgünlere maruz kaldı, İslami ve insani görevlerini yerine getirdikleri için tutuklanıp yıllarca ceza yediler.

Bilinmelidir ki; insani ve İslami sorumlulukları yerine getirdikleri için ceza alan mustazaflar kaybeden taraf olmayacak! Kaybedenler; ak bir adaleti temsil etmelerine rağmen, Müslümanlara adaleti çok görenler olacaktır.

Allah`a emanet olun.

Muhammet Şerif / Doğruhaber