Geçmişten süregelen manevi sarsıntı ve buhranların, anarşi ve huzursuzlukların asıl kaynağı, tevhid önderleri Peygamberlerin yeteri kadar anlaşılamamasındandır. Tevhid önderleri Peygamberler uyarıcı ve müjdeleyici olarak gönderildiklerinde, kavimleri tarafından yalanlanmışlardı. İşkencelere maruz kalmış, zorlu musibetlerle imtihan edilmiş, bazıları da acımasızca şehid edilmişlerdi. Bunca zorluklarla karşılaşmalarına rağmen tevhid önderi hiçbir Peygamber Allah`ın birliğine daveti başka bir zamana ertelememiştir.

İki cihan serveri Peygamberimize de nübüvvet verildiğinde, en yakınından başlayarak insanları doğru yola davet etmiş, hidayet ve kurtuluş yolunu göstermiştir. Sevgili Peygamberimizi yeteri kadar anlayan ve bu ilahi davetine icabet edenler manevi sarsıntı ve buhranlardan kurtulmuşlardır. O`nun (sav) hayat bahşeden prensiplerini kendilerine rehber edindikçe de, dünyevi korku ve endişelerden azadelik almış; huzur ve mutluluğu elde etmişlerdir.

Kötülüklerin had safhaya çıktığı bu ahir zamanda, Peygamberi tam manasıyla anlamadan huzur ve mutluluğu elde etmek bir hayli zordur. İnsanlık, huzur ve mutluluğun asıl adresinin Hazreti Muhammed (sav) olduğunu bilemediğinden sıkıntı ve zorluklardan hiçbir zaman kurtulamamıştır. Oysa dünyevi sıkıntı ve zorluklardan kurtulmanın ve ebedi saadete ulaşmanın yolu, nuruyla karanlıklara aydınlatan Hazreti Muhammed (sav)`i anlamaktan geçer. Unutulmamalı ki ebedi saadet elde edilmek isteniliyorsa, gönüller sultanını sevmek, anmak ve anlamak gerekir.

Ülkenin her köy, belde, ilçe ve illerinde Peygamber sevdasının dalga dalga yayıldığı, etkinlik meydanlarında Muhammedî sevdanın arş-ı alaya yükseldiği bu günler, bu ahir zaman Peygamber Efendimizi layıkıyla an-la-manın zamanı değil mi? İslam`ı anlamak, yaşamak ve hayat dini haline getirmek, Efendimizin hayatını öğrenme, tavır ve davranışlarını örnek alma ile mümkündür. Kurtuluşa ermenin, ebedi saadete ulaşmanın, zorlukları kolaylaştırmanın ve kıyametin dehşetengiz gününde Peygamberimize yakın olmanın yegâne yolu; Allah`ın emirlerini eksiksiz yerine getirmek ve Peygamberimizin sünnetine uymakla mümkündür; O`nu hayatımızın merkezine oturtmakla ve O`nu daima Allah ve meleklerin andığı gibi anmakla (desteklemekle) yani salâvat getirmekle mümkündür. Unutulmamalı ki salâvat, Hazreti Peygambere “en büyük destek” ve O`nun aziz davasına sahip çıkmak anlamlarına da gelmektedir.

Salâvatla İlgili Hadisler ve Kazandırdıkları

Sevgili Peygamberimiz salâvatla ilgili şöyle buyurmuşlardır:
“Kim bana bir defa salâvat getirse, bu sebeple Allah Teâlâ`da ona on misli merhamet eder. O kimsenin on günahını bağışlar ve manevi derecelerini on derece daha yükseltir.” [Müslim, Salât 70]
“Kıyamet gününde üç kişi Allah`ın arşının gölgesinde gölgelenir. Üzüntülü kişiyi teselli eden kimse, sünnetimi ihya eden kimse ve benim üzerime çokça salâvat getiren kimse.”
“Kıyamet gününde insanların bana en yakın olanları, en çok salâvat getiren kimselerdir.” [Tirmizi]
“Asıl cimri, yanında adım anıldığı zaman bana salâvat getirmeyen kimsedir.” [Tirmizi]

Zikrettiğimiz hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere, Peygamber efendimiz; salâvat getiren kişinin Allah`ın merhamet deryasına gireceğini, kıyamette Allah`ın arşının gölgesinde gölgeleneceğini ve yine kıyamette kendisine yakın olacağını, ayrıca son hadiste de asıl cimri kişinin kim olduğunu beyan buyurmuşlardır.

Salâvatın önemi ve kazandırdıklarıyla ilgili sevgili Peygamberimizin birçok hadisi mevcuttur. Bir hadiste de şöyle buyurmuştur Peygamber efendimiz; Bir gün Cenabı Hakk`ın dört büyük meleği Cebrail (a.s), Mikail (a.s), İsrafil (a.s) ve Azrail (a.s) geldiler. Cebrail (a.s) bana dedi ki; “Ya Resulallah! Ümmetinden bir kimse, size günde on defa salâvat getirirse yarın kıyamet gününde ben onun elinden tutar, sırat köprüsünü kuşlar gibi geçirtirim.” Mikail (a.s) dedi ki; “Ya Habiballah! Ben o kula senin Kevser havuzundan kana kana içirtirim.” İsrafil (a.s) dedi ki; “Ya Nebiyallah! O kulun affı için başımı secdeye koyarım, Allah Teâlâ onu affetmedikçe başımı secdeden kaldırmam.” Azrail (a.s) dedi ki; “Sana günde on defa salâvat getirenin ruhunu Peygamberler gibi kabzederim.” Bunun üzerine Efendimiz; “Bu ne büyük lütuf Yarabbi! Bu ne büyük ihsan Allah`ım!” diye buyurdular.

Sahabelerden Ubey b. Ka`b bir gün Efendimize şöyle sordu: “Yâ Rasulallâh! Ben sana çok salâvat getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir?” “Dilediğin kadar yap” buyurdu Efendimiz. “Dualarımın dörtte birini salâvata ayırsam uygun olur mu?” diye sordu. “Dilediğin kadarını ayır ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur” buyurdu. “Öyleyse duamın yarısını salâvata ayırayım” dedi. “Dilediğin kadar yap. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur” buyurdu. Ubeyb b. Ka`b yine; “Şu hâlde üçte ikisi yeter mi?” dedi. Efendimiz; “İstediğin kadar. Ama artırırsan senin için iyi olur” buyurdu. “Öyleyse duaya ayırdığım zamanın hepsinde sana salâvat getirsem nasıl olur?” deyince: “O takdirde Allah bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar” buyurdu. [Tirmizi, Kıyamet, 23]

Çekilen salâvatlar kişiyi Allah nezdinde değerli kıldığı gibi ölmüş kişilere de faydalar sağlar. Bununla ilgili Hasan Basri zamanında yaşanan şu hadiseye bakmakta fayda vardır: Bir anne gözyaşları içinde Hasan Basri`nin yanına gelir ve genç yaşta ölen kızını rüyada görmek istediğini, bunun bir yolu olup olmadığını sorar. Hasan Basri, “Ben sana bir yol öğreteceğim, onu yaparsan biiznillah rüyanda kızını görebilirsin. Yatsı namazını kıldıktan sonra dört rekâtta Allah rızası için namaz kılacaksın ve daha sonra yatıncaya kadar salâvat çekeceksin.” Bunu yaptıktan sonra bir gece kızını rüyada görür. Ancak gördüğüne pişman olur. Çünkü kızı azap çekmektedir. Anne uyanır uyanmaz Hasan Basri`nin yanına gelir ve durumu anlatır. Hasan Basri, “Kızın için hayır yap, sadakalar ver. Ölmüşler için yapılacak başka bir şey yok” der. Anne söylenenleri yapar. Aradan geçen epey zamandan sonra Hasan Basri, kızı cennet bahçelerinde gezerken rüyada görür. Hayret eder! Kız şu cevabı verir: “Annemin gördüğü gibi azap çekmekteydim. Allah, dostlarından bir zatın okumuş olduğu salâvatın sevabını bana bağışladı.”

Sonsuz güç ve kudret sahibi Allah Teâlâ ve daima emrine amade olan melekler de, Peygamber Efendimizi çokça anarlar. Allah Teâlâ, mümin kullardan da Peygamberi çokça anmalarını istemiştir. Bu gerçek yüce kitabımız Kur`an`ın Ahzap süresinin 56. ayeti kerimesinde şöyle geçmektedir; “Allah ve melekleri Peygambere çokça salât ederler. Ey müminler! Siz de O`na çokça salât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” Peygamber Efendimizin şan ve şerefini, değer ve kıymetini yücelten ayet-i kerimelerden biri de budur. Hem Allah`ın hem de meleklerin Efendimize salâ-va-t getirmeleri, O`nun Allah katındaki konumunu ve yüce mertebesini ortaya koymaktadır.

Büyük saltanatın sahibi Allah`ın Kur`an`da buyurduğu ve insanlığın iftiharı Peygamber Efendimizin hadislerinde belirttiği gibi halisane duygularla, sırf Allah ve Resulünün rıza ve hoşnutluğu için salâvat getirmenin faydaları çok fazladır. Bunlardan bazıları şunlardır: Güç ve kudret sahibi Allah Teâlâ`nın buyruğuna itaattir… Allah`ın rahmet ve merhametine sebeptir… Resulallah`ın müminlere verdiği bir cevaptır… Yüce ve şerefli bir mertebeye ulaşmadır… Duaların kabulüne, günahların silinmesine, sıkıntıların giderilmesine, ruhun ve kalbin temizlenmesine, sırattan rahat geçmeye, azaptan azade olmaya, arşın gölgesinde gölgelenmeye vesiledir... İnşallah bu faydalar kişiyi, Allah Teâlâ`nın emir ve yasaklarını noksansız yerine getiren, insanlığın medar-ı iftiharı Peygamber Efendimizin tavsiye ve telkinlerine uyan müminlerden eyleyecek; ebedi kurtuluşun kapısını aralamasına vesile olacaktır.

Son söz olarak şunu ifade ederek yazımızı nihayete erdirelim: Allah`a ve Resulallah`a destek vermenin, O`nu (sav) sevmenin ve sevdalı olmanın, kıyamette O`na (sav) yakın ve komşu olmanın en kolay ve en güzel yolu “salâvat getirmek”tir.

Muhammet Şerif / Doğru Haber