Kimilerine göre Türkiye vatandaşı tanımlanırken, “İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalya ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri yasasına göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir” denilir.
Halkının yüzde 99’sunun Müslüman olduğu Türkiye’de, Müslümana verilen değerin böyle mi olması gerekiyordu?
Türkiye’de neden medeni kanun, İsviçre’den alınmıştır?
Ceza yasaları neden İtalya yasalarına göredir?
Neden Türkiye’deki bir vatandaş Alman ceza mahkemeleri yasalarına göre yargılansın?
Türkiye’deki idare hukuku neden Fransız idare hukukuna göre düzenlenmiş olsun?
Türkiye vatandaşları kendi bakışıyla bir kanun hazırlayamıyor mu?
Yerli, halkın inancına düşmanlık beslemeyen, zıtlaşmayan düzenleme yapılamaz mı?
Cumhuriyet rejimi kurulurken laik sisteme geçiş esnasında getirilen ve halen yürürlükte olan kanunlar neden bugünün şartlarına göre değiştirilemiyor?
Bugüne değin yani Cumhuriyetin bidayetinden bu yana siyasal düzen ve toplumsal mutabakat sağlanamadı.
Bu sistemde toplumsal mutabakatın sağlanmasının, herkesin kabul edeceği siyasal bir düzen inşa etmenin çok zor olduğu görülmüyor mu?
Türkiye’de siyaset kurumundaki en temel sorun ve üzerinde tartışılması gereken en önemli konu kanaatimce budur.
Cumhuriyet rejimi kurulurken toplumsal birlikteliğin ve toplumsal mutabakatın sağlanmadığı herkesin malumudur.
Sesini çıkaranın, muhalefet yapanın, yeni sistemi eleştirenin susturulduğu, şapka takmadığı için insanların darağaçlarına götürüldüğü, muhtelif cezalara çarptırıldığı bir dönemde toplumsal mutabakatın sağlandığını kim söyleyebilir?
Birinci meclis kurulurken hem meclis içindeki mebusların hem de meclis dışındaki aydın ve düşünce insanlarının sisteme yönelik yaptığı eleştiriler, yaşanan tartışmalar yukarıdaki tespitimizin göstergesidir.
İkinci meclisin açılışından sonra Cumhuriyet Fırkasının mebus üstünlüğünü eline geçirmesinden sonra baskı ve yasaklamalarla bir düzen sağlanmaya, bir sistem inşa edilmeye çalışıldı.
Ancak baskılar hiçbir zaman toplumun genelini memnun etmedi. Millet sesini baskı ve dayatmalardan dolayı çıkaramadı. Çünkü o dönemde insana kıymak çok kolaydı.
Türkiye’de ne Cumhuriyet kurulurken ne de günümüze gelinen döneme kadar toplumsal bir mutabakatın sağlanmadığının en bariz örneği, 1982 anayasasıdır.
1982 Anayasası hemen hemen tüm siyasi kesimler ve yazarçizerler tarafından ciddi anlamda eleştirilmesine, şiddetle tartışılmasına rağmen bugüne kadar yerine tüm kesimlerin mutabık kaldığı bir anayasa yazılamadı.
Uzun süredir ısrarla Türkiye’de yeni ve yerli bir anayasa hazırlanmalı ve bu anayasa toplumsal mutabakat metni olmalıdır diye konuyu gündemde tutmamız bu sebepten ötürüdür.
Yazılacak yeni bir anayasa metni “toplumsal ve siyasal düzeni sağlayacak” şeklinde iddialı bir tespitte bulunmuyoruz.
Zira siyasal düzenin ve toplumsal mutabakatın, bir anayasa metniyle oluşmayacağını biliyoruz ancak toplumun yaygın kesimi tarafından kabul görmüş bir anayasanın yazılmasının, toplumsal ve siyasal mutabakat zeminin oluşmasına katkı sağlayacağını ön görüyoruz.
Bunun için Türkiye’de siyaset kurumunun Batı’nın siyasal hegemonyasından kurtulması ve özgün siyasal bir disiplin ve düzen oluşturması gerekmektedir.
Bunun oluşması için de tüm şartlar zorlanarak yeni ve yerli ve de toplumun değerleriyle uyumlu bir anayasa metninin yazılması ve Türkiye’nin kendi yerli kanunlarıyla idare edilmesi gerekmektedir.
Çünkü ne İsviçre’nin medeni kanunu, ne İtalya’nın ceza yasası, ne Almanya’nın kapitalist modeli, ne de Fransa’nın idare hukuku Müslüman toplumun sorunlarını mutlak anlamda çözmüyor ve huzur getirmiyor.