Aralık 2019’da başlayan Covid-19 pandemisinin etkilerinin görülmesinden sonra küresel anlamda bir krizin yaşanması bekleniyordu.
Vaka ve ölüm sayılarının artmasından sonra tedbirler kapsamında başlayan kapanmalarla birlikte birçok sektörde üretimin durması, ekonomik krizin başlangıcının habercisiydi aslında.
O dönemlerde üretim yapan firmalar sıkıntılı bir süreç yaşıyorlardı. Çünkü bir anda musluklar kesilmiş, üretim durmuştu.
Hatta kimi firmalar üretim yapmak isteseler bile ham madde tedarik edemiyorlardı ya da ham maddeyi çok yüksek fiyattan bulabiliyorlardı.
Mevcut sıkıntılara kur dalgalanmaları, dolar ve altının bir anda çok fazla yükselmesi de eklenince artık piyasada işler çığırından çıkmaya başladı.
Üretimlerinin devamını sağlayabilmek için çoğu firma ürünlerine yüzde 50 ve daha fazla zam yaptı. Ancak bu zamlar da yeterli gelmedi, firmaları kurtarmadı.
Durum böyle olunca ürün ve malzeme fiyatlarına yüzde 100’den fazla, kimi kalemlere ise yüzde 200’den fazla zam yapıldı.
Ürün ve malzeme fiyatlarına yapılan zamlarla birlikte, elektrik, doğalgaz ve akaryakıt fiyatlarında da çok fahiş artışlar yaşandı.
Mezkûr kalemlere yapılan zamlar en fazla esnafları ile dar ve sabit gelirli vatandaşları etkiledi. Çünkü zamlar beraberinde hayat pahalılığını getirdi.
Öyle ki vatandaş bu süreçte temel ihtiyaçlarını bile tam anlamıyla karşılayamaz oldu ve faturalarını ödeyemez duruma geldi.
Vatandaşın yaşadığı ekonomik sıkıntılar maalesef ki çok fazla hükümetin ve yetkililerin gündemini değiştirmedi.
Hükümet yetkilileri halkın pahalılık feryadını duymazlıktan gelerek mevcut krizin küresel olduğunu, Türkiye’nin ise bu küresel krizden en az etkilenen ülke olduğunu dile getirdi.
Acaba öyle miydi? Gerçekten ekonomik kriz yaşamıyor muydu millet? Enflasyonun yükselmesi, dolar ve gıda fiyatlarının artması dış güçlerin işi miydi?
Hükümet yetkililerinin söylediği ya da hükümete yakın gazetecilerin köşelerinde yazdıkları gibi, durumlar normal miydi, her şey yolunda mıydı gerçekten?
Eğer işler yolunda olmasaydı ya da eğer ekonomik kriz olsaydı Bergen adlı sinema filmini 7 milyon vatandaş izler miydi?
Hükümete yakın gazeteci Cem Küçük diyordu bunu, “Millet aç olsaydı Bergen filmine 7 milyon insan gider miydi? Sinema ve eğlence salonları dolu olur muydu?”
Evet, maalesef verdikleri örnek bu. Ancak hakikat ortada, millet enflasyon karşısında eziliyor, vatandaş hayat pahalılığı ve zamlar karşısında gerçekten zor günler geçiriyor.
Geçenlerde bir arkadaşım ziyaret ettiği mahalle muhtarının, “Bu sene hiç beklemediğimiz ve tahmin edemeyeceğimiz insanlar bizlerden yardım talep ediyorlar. İlk defa milletin bu kadar geçim sıkıntısını çektiğine şahit oluyorum.” dediğini bize aktarıyordu.
Durum ortada; insanlar çarşı pazardaki fahiş fiyatlardan dolayı ihtiyaçlarını karşılayamıyor, evine bir şey alamıyor, faturalarını ödemekte zorlanıyor.
Bu hakikatlere rağmen, iktidar yetkililerinin yaşanan ekonomik kriz karşısında çok rahat davranmaları, milletin yaşadığı sıkıntıyı, çarşı pazardaki yangını görmemeleri hayrete düşürüyor insanı.
Her şey yolundaymış, hiçbir problem yokmuş gibi vurdumduymaz davranışlar sergilemek, vatandaşı hiçe saymak ve milleti anlamamaktır.
Hükümet, evvela yaşanan ekonomik krizi kabul etmeli ve ardından çok ivedi bir şekilde hareket ederek hayat pahalılığına, zamlara, faturalara, stokçuluğa, haksız rekabete mutlaka bir çözüm bulmalıdır.
Ancak ortaya konulacak çözümler, mutlak ve köklü çözümler olmalıdır. Çünkü bugüne kadar geliştirilen çözümler hep pansuman çözümler oldu. Artık millet pansuman çözümler değil, kalıcı çözümler bekliyor.