İnsan, sosyal bir varlıktır. Etkileyen ve etkilenendir. Kimi zaman “etkilenen” olduğu gibi kimi zaman ise “etkileyen” olabilir. Tarih boyunca farklı dil, din, ırk, kültür ve renklere sahip olan insanlar birbirleriyle iletişim kurmuşlar ve birbirlerinden etkilenmişlerdir. İnsanların birbirlerinden etkilenmeleri ve birbirleriyle iletişim kurma süreci, insanlık tarihi kadar eskidir.

İnsanların iletişim ve etkileşim süreçleri sürekli olumlu sonuçlanmamıştır. İlk insan Hz. Âdem (as)’ın oğulları Habil ve Kabil’in arasında yaşananlar, bu açıdan örnek gösterilebilir. O tarihten günümüze insanlar arasında yaşananlara baktığımızda kimi zaman yardımlaşma ve dayanışma içinde uyumlu bir yaşam sürdürdüklerini görebileceğimiz gibi maalesef çoğu defa da aralarında yaşanan savaşları ve muhtelif konulardaki çekişmeleri ve bu sebeplerden ötürü aç kalan, açıkta kalan, hayatını kaybeden, zulme maruz kalan veyahut asgari düzeyde yaşanılabilir bir hayat için zorunlu olarak yollara düşüp muhacir olan, mülteci olan, sığınmacı olan insanları da görürüz.

Günümüzde de savaş ve çatışmalar, çıkar ve menfaat mücadeleleri ne yazık ki devam etmektedir. Yakın tarihimizde, ülkelerinde yaşanan savaşlardan ya da muhtelif sebeplerden dolayı ev ve memleketlerini bırakmak zorunda kalıp göç eden nice insan vardır. Yeni bir umut ile yollara dökülen bu insanlar kimi zaman Suriyelidir, kimi zaman Iraklıdır, kimi zaman Cezayirlidir, Somalilidir, Afrikalıdır, Afganistanlıdır, Çeçenistanlıdır, Türkistanlıdır. Kimi zaman da Türkiyelidir. Bugün Türkiyeli olup dünyanın farklı ülkelerinde yaşamlarını sürdüren vatandaşlarımızın sayısı milyonları geçmektedir. Sadece Almanya’da 2 milyondan fazla Türkiyeli yaşamaktadır.

Malum olduğu üzere Mart 2011’de sınır komşumuz Suriye’de bir savaş başladı. Bu savaşta yüzbinlerce insan öldü. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin Haziran 2021’de açıkladığı son verilere göre Mart 2011 ile Mart 2021 tarihleri arasında ölenlerin sayısı yarım milyon civarında. Aynı zamanda savaştan dolayı yüzbinlerce insan da yaralandı, milyonlarcası göç etmek zorunda kaldı. Savaş halen tam anlamıyla sona ermiş değil maalesef.

Suriye’de yaşanan savaş, orada yaşayan insanları yeni arayışlara sevk etti doğal olarak. Bu insanlar sırf hayatta kalabilmek için her şeylerini geride bırakarak göç ettiler, yollara düşüp göçmen oldular, muhacir oldular, sığınmacı oldular, kaçak duruma düştüler. Yeni umutlara kapı aralamaya çalışırken elbette çok zorlandılar, kimileri Akdeniz’in soğuk sularında acı bir şekilde can verdi. Ancak her şeye rağmen bedel ödemeyi göze alarak savaş ortamından kendi canlarını ve ailelerini kurtarmaya çalıştılar. Kimi Türkiye’ye geldi, kimi başka ülkelere gitti.

Türkiye’ye geldikleri günden bugüne kimileri onlardan rahatsız oldu, onlara karşı acımasız davrandı. İnsanlığa sığmayacak sorumsuz davranışlar sergileyerek Suriyelilere ülkelerine dönme konusunda baskı yaptılar. Sonucunu hesap etmeden ırkçı paylaşımlar yaparak onları hedef gösterdiler, başlatılan olumsuz algılara çanak tuttular. Vatan, millet, Sakarya diyerek toplumun bam teline dokunmaya ve murdar amaçlarına ulaşmaya çalıştılar. Bir kişinin hatasını hepsine yükleme yanlışlığına düştüler ve bu konuda milleti kutuplaştırarak faşist bir anlayışla hareket ettiler. Dertleri sadece Suriyeliler değildi aslında. Türkiye’de yaşayan Afganistanlı, Iraklı, Çeçenistanlı, Somalililere de aynı muameleleri yaptılar.

Benimsedikleri ırkçı ve ayrılıkçı anlayışın karşılığının olduğunu gördüklerinden olsa gerek daha da ileri gittiler; İzmir’de bir Suriyelinin kuyumcu dükkânına mağrur bir şekilde girerek ve kameraların önünde onları rencide ederek hesap sormaya, kimlik sormaya başladılar ve bu görüntüleri pişkince sosyal medya hesaplarından paylaşarak sözde ziyaret ettikleri kişileri hedef gösterdiler.

Bu kafatasçı anlayışı benimseyenler, bugün siyaset kurumunda bir aktör olup ülkenin idaresini hedeflediklerini söylemektedirler, sözde esnafın sorunlarını ve taleplerini dinlemek için dükkân dükkân ziyaret yapmaktadırlar. Bunlar gibilerinin benimsedikleri anlayış, İslamî değildir, aynı şekilde insanî de değildir; insanı ötekileştirmekten, toplumu kutuplaştırmaktan, nefreti körüklemekten ve var olan problemleri girift hale getirmekten başka bir işe yaramamaktadır. Kabul edilemez bu anlayışın her ne olursa olsun ıslah edilmesi gerekmektedir. Bilinmeli ki bu anlayışı benimseyenlere prim vermek; pişmanlıktır, ülkenin ve milletin hayrına değildir.