Bugün mübarek bir gün, bugün kutlu bir gün; bugün canların canı, gönüller sultanı Hz. Muhammed’in dünyaya teşriflerinin yıldönümü. O, yeryüzünü şereflendirmeden evvel zulüm ve haksızlıkların çoğaldığı; helal ve haram ayırımının dikkate alınmadığı; cehalet ve batıl inançların türediği; insani değerlerin köreldiği; ahlak, maneviyat, medeniyet, kültür, hak, hukuk, adalet, eşitlik kavramlarının ilkelleştiği; yağma, talan, cinayet, zina, kumar, içki, haksız kazanç ve pek çok kötülüğün yaygın olduğu bir zaman yaşanılıyordu.

Hayat, şeref ve mülkiyet daima tehlikedeydi. Anarşi, şiddet, huzursuzluk ve manevi sarsıntı diz boyuydu. İnsanlar hak ve hakikatten bihaberdi. O karanlık dönemde, şirk ve küfrün her çeşidini bulmak, her kötülüğe rastlamak mümkündü. Mevcudat, cehaletin ve cahillerin zulüm ve vahşetinden mateme bürünmüştü.

İnsanlar saadet ve sevincin huzur kaynağı olan tevhid inancından mahrumdu. Yüreklerde batıl ilahlar yer bulmuştu. Küfür ve şirk, kalpleri, gönülleri ve bedenleri sarmış durumdaydı. İnsanlar canileşmiş, hakikati görmez olmuş, cehalet bataklığında çırpınır olmuşlardı. Âlem mahzun, gönüller mahzun, simalar mahzundu. İnsaniyet karanlıktan kurtulmak için bir nura muhtaçtı.

Yeryüzü, aşk ikliminin sultanını gözlemekteydi. Herkes güzellik şahikasını büyük bir heyecan içerisinde beklemekteydi. Bütün varlıklar adeta tek bir nefes olmuş, sonsuz merhamet sahibinin iznini istemekteydi. “Ya Muhammed!” nidaları kâinatın her köşesinde seslendirilmekteydi. Ahlak buhranı yaşayan insanlar, karanlıktan aydınlığa çıkmayı yeğleyen toplumlar O’nun yeryüzüne teşriflerini beklemekteydi.

O, böyle karanlık bir dönemde yeryüzüne teşrifleriyle dünyayı nurlandırdı. Vakitlerin sultanı seher vaktinde, Mekke’nin mütevazı bir evinde dünyaya teşrif etti. Karanlığa gömülü dünyayı aydınlatan nurun doğuşu, yeryüzünün manevi şeklini değiştirdi. Canlı cansız bütün varlıklar, insaniyetin iftiharının yeryüzüne teşrifleriyle mesrur oldu. Kâinat heyecan içinde sevince gark oldu. Üzüntülü ve kederli insanlar, O’nun gelişiyle bütün dertlerini unuttu.

O’nun dünyaya teşrifleriyle, hiçbir kimsenin doğumunda meydana gelmeyen bazı olaylar meydana geldi. Yaşanan olaylardan da anlaşılıyordu ki O, yeryüzünü çok kısa bir sürede putperestlikten, ateşperestlikten, küfür ve şirkten temizleyecek; gönüllerdeki beşeri ilahları İslam’ın hayat bahşeden ilkeleriyle yok edecek ve karanlıklara gömülmüş yeryüzünü tevhid meşalesiyle aydınlatacaktı. Ve öyle de oldu. 23 yıl gibi bir sürede kurduğu nebevi mektepte İslam medeniyetini inşa etti.

İslam medeniyetinin inşasıyla kâinat aydınlandı, yeryüzü zikir ve şükür mescidi haline geldi. İnsanlar birbirlerine karşı güttükleri düşmanlığı bıraktı. Kız çocukları, çocukluklarını yaşayıp mutlu oldu. Kadınlar, kadınlıklarının farkına varıp haklarına kavuştu. İhtiyarlar, cadde ve sokaklarda yaşam mücadelesi vermekten kurtuldu. Muhtaçlar, gördükleri ilgi ve alaka karşısında şeref ve kıymetin en büyüğüne ulaştı. Köle ve fakirlerin yüreklerine su serpildi.

O’nun doğumuyla kâinat şereflerin en büyüğüne nail oldu. İnsanlık, değerlerin en yücesine kavuştu. İnsanlar, İslam ahlakının en güzelini yaşadı. Yeryüzünde hiç sönmeyecek bir nur parladı, hiç bitmeyecek bir kandil yandı. Hâsılı insanlar kıyamete kadar takip edebilecekleri ve takip ettiklerinde gerçek kurtuluşa erecekleri bir rehbere kavuştu.

İnsanlık, o rehberin yolundan yürüdükçe özünü kaybetmedi. Ne zaman ki yolundan uzaklaştı, işte o zaman yeryüzünde anarşi ve huzursuzluk arttı. Zulüm ve haksızlığın, kargaşa ve kaosun, haksızlık, adaletsizlik ve güvensizliğin çoğaldığı günümüzde, insanlığın hiç olmadığı kadar O’nun rehberliğine ihtiyacı vardır. İnsanlık O’nu anlar ve O’nun getirdiği hayat nizamına uyarsa, maddi ve manevi buhranlardan, savaş ve kargaşa ortamından kurtulabilecektir. O halde O’nu anlamak, O’nu rehber edinmek, O’nun siretini öğrenmek, sünnetine sarılmak ve mesajlarına kulak vermek için neden harekete geçmiyoruz?