Aziz İslam, adaleti sosyal hayatın denge unsuru ve teminatı görür. Mensuplarına, hayatın tüm aşamalarında adaletle davranmayı emreder.

Bu doğrultuda, Müslümanlar hayatlarını sürdürürken karşılaştıkları meselelere ve gelişmelere dair bir tavır ortaya koyduklarında ya da bir yorum yapacaklarında adaleti esas alırlar.

Bir topluluğa olan kinleri veyahut haksızlığı yapanların güç sahibi olması onları adaletsiz davranmaya sevk etmez.

Onlar, Cenabı Allah’ın emri gereği hak ve hakikati ayakta tutan ve her şart ve durumda adaletle hareket eden kimselerdirler.

Günümüzde, hepimizin de şahit olduğu üzere pek çok zulüm, haksızlık ve adaletsizlikler yaşanmaktadır.

Yaşanan bu adaletsizlikler toplumun travmalar yaşamasına ve değerlerinden uzaklaşmasına sebebiyet vermektedir.

Aziz İslam’ı hayat nizamı kabul edenler, ortaya koydukları davranışlarla yaşanan haksızlıklara karşı gelirler. Haksızlığın karşısında durarak, haklının hakkına erişmesine vesile olurlar.

İslam’ın adalet anlayışına uyulduğu dönemlerde yeryüzünde barış ve huzur hâkim olmuştur. Aksine, İslam’ın belirlemiş olduğu adalet anlayışının dikkate alınmadığı dönemlerde ise yeryüzünde savaş ve zulümler artmıştır.

Güzelliklerin ve faziletlerin kaynağı olan adaletin uygulanması ve idarecinin adilce davranması konusunda en önemli örneğimiz Resul-i Zişan efendimizdir.

O (sav), hayatı boyunca adaletin yeryüzünde hâkim olması için mücadelesini aralıksız sürdürmüştür.

En yakını bile olsa adam kayırmacılık yapmamış, Allah’ın hükmünün uygulanması konusunda hiçbir şekilde taviz vermemiştir.

Konunun daha iyi anlaşılması için asrısaadet dönemine bir yolculuk yapalım:

Güçlü ve itibarlı bir kabileye mensup bir kadın hırsızlık yapmıştır. İşlenen cürüme karşı kadının kolunun kesilmesine karar verilmiştir.

Dönemin söz sahibi kişileri ve nüfuzlu kabile mensupları cezanın uygulanmaması ve kadının kurtarılması konusunda Resul-i Ekrem efendimize gelmişlerdir.

Gelenlere, Efendimizin verdiği cevap çok manidardır ve tarihi niteliktedir: “Nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, hırsızlık yapan kızım Fâtıma da olsaydı, yine elini keserdim.”

Müslümanlar için ölçü bu olmalıdır. Haksızlık yapan ya da cürüm işleyen yakın ve tanıdık biri de olsa bile karar konusunda eşit ve adil davranmalıdırlar.

İslam adaletin uygulanması konusunda kişinin soylu, güçlü, itibarlı makam ve mevki sahibi ya da güçsüz, zayıf ve kimsesiz olmasına bakmaz. Cürüm konusunda da, hakkın hak sahibine verilmesi konusunda da adaletin esas alınmasını emreder.

Peygamberin aziz sahabeleri de eşitlik ve adaleti hayatlarının merkezine koymuşlardı. Onlar da Resul-i Zişan gibi yaşadıklarıyla toplum için numune-i imtisal olmuşlardı.

O aziz sahabelerden Hz. Ömer ve Hz. Ali arasında yaşanan şu meseleyle yazımıza devam edelim:

Günlerden bir gün Hz. Ali, âdeti üzere Halife Hz. Ömer’i ziyarete gitti. Sohbet ederlerken, bir adam Hz. Ömer’in huzuruna çıktı ve açık bir ifadeyle söze başlayarak Ebû Talib’in oğlu Hz. Ali’den şikâyetçi olduğunu söyledi.

Bunun üzerine, az öncesine kadar kardeş gibi sohbet ettiği arkadaşına karşı tavrını değiştiren Hz. Ömer: “Ey Ebelhasen! Kalk da davacı ile birlikte bulun” diye emir verdi.

Hz. Ali derhal kalkıp davacının yanında yerini aldı. İki taraf da dinlendi, delilleri karşılaştırıldı ve netice hükme bağlandı.

Davacı ayrılıp gittikten sonra, Hz. Ali’nin yüz hatlarından, müteessir olduğu anlaşılıyordu. Hz. Ömer bunu fark etmekte gecikmedi. Şunu sordu: “Ey Ali! Adalet ve hükmümden memnun olmadın mı?”

Hz. Ali cevap verdi: “Evet, memnun olmadım.” Niçin sorusuna da şöyle yanıt verdi: “Çünkü siz davacının yanında bana künyemle hitap ettiniz. Bilirsiniz ki künye ile çağırmak Araplarda bir saygı ifadesidir. Hasmımın yanında beni künyemle çağırmanızı adaletinize yakıştıramadım!”

Bu cevaba sevinen ve duygulanan Hz. Ömer: “Allah senden razı olsun ey Ali! Beni irşad ettin” diyerek yerinden kalktı ve onu kucaklayarak gözlerinden öptü.

İslam Peygamberinin öğrencileri işte bu derece hak ve adalete önem gösteriyorlardı. Onlar her işlerinde adaleti esas alıyorlardı. Onlar için adaletin tesis edilmesi her şeyden evlaydı.

Dönemin Müslümanları olan bizlerin de adaleti hayatımızın merkezine koymamız ve hayatı bu doğrultuda sürdürmemiz gerekmektedir. Ancak ne yazık ki bugün adalet birçok insan için hayatın merkezinde yer almamaktadır. Bu gerçeği göz önünde bulundurup adalet temelli bir sistemi hayatın merkezine yerleştirmek için duyarlı bütün insanların bir çaba içerisinde olması elzemdir.

  1. Şerif Durmaz