Dil; duygu, düşünce ve güdüleri, dolaylı olarak ya da doğrudan doğruya bildirmeye yarayan bir anlatım aracıdır. Bir milletin kültürünü ve tarihini gelecek nesillere aktaran araç, yine dildir. Dil sayesinde toplumu derinden etkileyen acı olaylar kalıcılaştırılır, yaşananların unutulmamasına zamanı geldiğinde hatırlanmasına aracı olur.
İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan dil, kendi canlılığı ve has özellikleriyle de milleti canlı ve bir arada tutar. Dil ayrıca, milletin içerisinden çıkmış sanat-ı bediilerin görüş ve fikirlerini ortaya koyar ve o dile mensup insanların, ortaya konan görüş ve fikirler minvalinde hareket etmesine, yaşamına devam etmesine yardımcı olur.
Türkiye`de, resmi yazım ve eğitim dili Türkçedir. Eğitim ve öğretim kurumlarında, Türkçeden başka bir dilin vatandaşlara ana dil olarak okutulması/öğretilmesi, Anayasanın 42`nci maddesince yasaklanmıştır. Anayasanın bu maddesi yıllardır tartışıldı, halen de tartışılmaya devam ediliyor ve değişmediği sürece de tartışılmaya devam edilecektir.
Zira Türkiye`de sadece Türkler yaşamıyor ve sadece Türkler, devletin ayakta kalmasına/güçlenmesine/diğer devletler tarafından güçlü gözükmesine sebep olan muhtelif vergileri ödemiyor. Türkler gibi Kürtler, Zazalar, Araplar, Lazlar, Çerkezler, Kafkaslar, Gürcüler ve diğer dillere mensup vatandaşlar da Türkiye`de yaşıyor ve üzerlerine düşen tüm vergileri ödüyorlar, yani onlar da Türkler kadar vatandaşlar.
Ama maalesef -genel olarak- Türkiye`de Türklere verilen haklar, gösterilen toleranslar diğer dillere mensup vatandaşların hiçbirine verilmemiştir, gösterilmemiştir. Bunu laf olsun diye söylemiyorum. Ya da son zamanlardaki olumlu gelişmelerden bihaber olduğum için dile getirmiyorum; 1920`lerden sonra başlayan ve halen de -kısmi değişmeler olmuşsa da- devam ede gelen bir mazlumiyet ve mağduriyetten dolayı dile getiriyorum.
Yıllardır en doğal hakları ellerinden alınmış, türlü türlü zulümlere uğramış, baskı ve dayatmalara duçar kalmış, jakoben zihniyetli eğitimcilerin hakaretlerine maruz kalmış ve böylece eğitim ve öğretimlerinden geri bırakılmış bir ırkın mensuplarına tüm haklarının verilmesi, yapılan tek-tük değişikliklerle olmuyor maalesef…
Mesela Kürtler ve sorunları… Türkiye nüfusunun %20`sini belki de daha fazlasını oluşturuyorlar. (Bu yüzdelik 2010 yılında yapılan araştırmaların sonucudur) Ama hala ana dillerini istedikleri yerde ve istedikleri gibi konuşamıyorlar. 3 Kasım 2002`de iktidara gelen ve halende iktidar olan Ak Parti, iktidara geldiği gün bu sorunu yani Kürt sorununu çözeceğini dile getirmişti.
Kürt sorunuyla beraber, Kürtlerin işsizlik sorununu, eğitim, sağlık, temsiliyet sorununu ve daha birçok sorununu çözeceklerini vaat etmişti. Tabi bu söylem ve vaatler, siyasetin ve siyasilerin bir gereksinimidir. Seçim öncelerinde vaatler verilmezse, istenildiği gibi oylar da alınmaz. Bunu Ak Partililer de yaptılar, seçim öncesinde vaat ettiklerini seçim sonrasında da dile getirdiler.
Ak Parti aradan geçen bu süre zarfında, diğer hükümetlerin yaptıkları müspet değişiklikleri kendi zamanında da yaptı. Tabi çok daha fazlasını da… Yani 2002 öncesi hükümetlerin yapamadığını da yaptı. Dokunulamaz denilen koca koca adamlara dokundu, geçmişte yaptıkları yanlışların hesabını sorma cesareti gösterdi. Kürtçenin, Kuran-ı Kerim`in ve siyerin seçmeli ders olması gibi müspet değişikliklerin olmasını sağladı.
Elbette bunlar olumlu ve küçümsenmeyecek gelişmeler. Bu değişikliklere öncülük edenleri de takdir etmek gerek. Ak Parti milletvekillerinin öncülüğünde gelişen bu değişiklikler, 1920`lerden sonra haksızlıklara uğramaya devam eden ve birçok hakları ellerinden alınan halklar için yeterli değişiklikler mi? Hasseten de, Müslümanlar ve Kürtler için yeterli midir?
Açıkçası Ak Parti zamanında yapılan müspet değişikliklerden memnun kaldığım kadar, yapılmayanlardan ve yanlış yapılanlar dolaysıyla da memnuniyetsizliğimi dile getirmek isterim. Özellikle de Ak Partinin Kürt meselesine yaklaşımından, sorunu tek bir yoldan ve tek bir stratejiyle çözmeye çalışmasından…
Öncelikle Ak Parti, Kürt meselesini ve Pkk sorununu birbirinden ayrı görmeli, -ki Kürt meselesi ayrı Pkk sorunu ayrıdır- Kürt meselesinde muhatap olarak sadece Pkk/Bdp`yi görmemeli, sorunun çözümü için sadece Bdp destekli kişilerle randevular ayarlamamalı… Tabi şunu demek istemiyorum: Ak Parti Kürt meselesinin çözümünde Bdp`yi hiç dinlemesin, Bdp`nin çözüm önerileri üzerinde kafa yormasın. Bunu demek istemiyorum tabi ki…
Ancak sadece Bdp/Pkk ile yapılan istişarelerin, görüşmelerin vereceği faydanın sınırlı olacağını dile getirmeye çalışıyorum. Zira Bdp/Pkk Kürtlerin tek temsilcisi değildir, mütedeyyin Kürtlerin temsilcisi hiç değildir. Burada şu soru akla geliyor: mütedeyyin Kürtlerin temsilcileri yok mudur ki Ak Parti bunlarla hiç görüşmüyor?
İşte burada Ak Partinin başarısızlığı ve mütedeyyin Kürtlerin temsilcilerini görmek ve onlarla görüşmek istemeyişi ortaya çıkıyor. Unutulmamalıdır ki Ak Parti, sorunun çözümünü tek bir yol ile ve sadece Bdp`lilerle çözmeye çalıştıkça, Kürt sorunu da Pkk sorunu da birbirine karıştırılır ve sorunlar bir türlü çözülmez.
Dolaysıyla, Ak Parti Kürt meselesinin çözümü için Bdp`li Leyla Zana`yla görüştüğü gibi mütedeyyin Kürtlerin temsilcileriyle de görüşmelidir. Mütedeyyin Kürtlerin meseleyle ilgili çözüm önerilerini ve görüşlerini dikkate alması ve sorunun çözümü için, içinde mütedeyyin Kürtlerin de bulunduğu bir çalıştay oluşturması gerekir. Mütedeyyin Kürtlerin temsilcileri kimdir diye sorarsanız da, siyasal İslam`ın yeni ismi “Mustazaflar Hareketi” derim.
Kalın sağlıcakla…
(Muhammet Şerif)
Görüşmeler ve Gelişmeler Olumlu... Ama..
M.Şerif Durmaz