Bismihi Teâla                                                                                                   

  Literatürde bu söz yaygındır. Elbette bu söz insan türü için söylenegelmiştir. Zira insan hem geçmiş hem de gelecekle alakadar olan tek varlıktır. Diğer canlılarda böyle bir durum var mı..? Mesela hayvan geçmişini fehmetmekten ıraktır; geleceğini de derk edemediği için korku, haşyet duymaz/duyamaz... Bu konuda Üstad Bediüzzaman  ‘`Geçmiş zamanın elemleri ve gelecek zamanın korkuları her bir lezzetin dahi elem-i zevali (lezzetin gitmesiyle bıraktığı elem) onun zevklerini bozuyor.” diye İnsanın ahvalini ne güzel betimlemiştir.

  Geçenlerde çocuklarımla resmi dille ‘`huzur evi`` diye addedilen ama realitesinin hiç de böyle olmadığını müşahede ettiğimiz yaşlılar yurduna gittik. Bu anlamda biraz tefekkür etmek istedik. Hani genelde batı dünyasında yaygın olduğunu düşündüğümüz bu tür mekânlar, maalesef memleketimizde de gittikçe arttığına şahit oluyoruz. Mesele, hayatı sadece zahiri dünyayla sınırlı olduğunu gören seküler batı için anlaşılır bir durumken; Müslüman olduğunu iddia eden toplumlarda bu tür garipler yurduna rastlamak, sizce de üzücü değil mi?..

    Neymiş huzur eviymiş(!),Yaşları;70,80 hatta 90`ları bulan hayatın tüm yorgunluğuyla ağır aksak bir değnek parçasıyla yürüyebilen piri faniler topluluğu. Gören de sanki bu ihtiyarlar kendi iradeleriyle gelmiş sanır. Hâlbuki çoğu kapı dışarı edilmiş! Çocuğu, gelini bilmem kimi tarafından terkedilmişlerdir bu talihsizler. Orda çalışanlardan bir hocamızın ifade ettiği anekdotu paylaşmadan geçemeyeceğim.

Hocamız unutamadığı olayı şöyle anlattı:

-Bir gün yaşlı bir kadının her iki kolunda bir bayan canhıraş içerisinde yaşlıyı bıraktılar yurda. Bir yandan yaşlı bayan istemiyor, bir yandan da gelini olan bu iki bayan büyük bir iş yapmanın sevinciyle çekip gittiklerini anlatınca, insan kendi insanlığından utanmaz mı!? Vicdanını test etmez mi?..

   İnsan özellikle 60 ve yukarısı ömür geçirenlerle konuştuğunda türlü türlü tecrübeler duyar; hele hele yalnızlığa terkedilmişlerle muhatap olunduğunda kâh dramatik kâh ibretlik hadiseleri işitir. Zira her birinin ayrı ayrı bir öyküsü var:

Kimisinde buruk bir hal… Kimisinde derin bir pişmanlık… Kimisinde konuşmaya mecali kalmamış bir çehre… Ak Sakallı Ali Dede için de bir damla gözyaşı. Hakikaten bu tür manzaralar insana, tefekkür etmesi için büyük fırsatlar sunuyor. Zira bu tür hadiselerden ibret almazsa insan, yarın kendisi ibretlik konumuna düşmez mi? Hani yaşlılar yurdu deyince sakın aklınıza sadece fakir fukara yurdu gelmesin. İçlerinde zamanın varsılı, sanı namı duyulan pek çok kimseleri görürsünüz.

Boşuna dememişler, “Güvenme güzelliğine bir sivilce yeter.”, “Güvenme zenginliğine bir kıvılcım yeter.” diye. Gönlün ve bedenin selameti geçici zenginliklere değil; ebedi ve kalıcı zenginliklere kavuşmak için gayret göstermektir. Yunus ne güzel der:

"mal sahibi mülk sahibi/ hani bunun ilk sahibi/ mal da yalan mülk de yalan/ var biraz da sen oyalan."

  Peki, çözüm bu tür yurtları çoğaltmak mı? Yoksa köhnemiş batı kültürüne bezenmek mi?..

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bağlamında hükümetimizin, yaşlı bakım evleri, bakıcı gibi alanlarda finansman ayırması yeterli mi?

Bu tür yurtların sayısını artırmak yaşlıları ev, aile ortamından koparmıyor mu? Başka bir deyişle toplumun bunu kanıksamasına yol açmıyor mu?.. Zira doğal hale gelen hal, zamanla toplumun kültürel bir parçası olmuyor mu?..

   Sıhhatli bir toplumun inşası bir takım maddi unsurların varlığıyla alakadardır fakat manevi değerlerden yoksun bir şekilde olması mümkün değildir. Bu yönde İslam medeniyetinin membaı kutsal kitabımızın öğretileri, devletin öğretim ve eğitim kurumlarında okul öncesinden başlamak üzere ilmik ilmik işlenmelidir. Eğitim öğretimni her kademesinde ‘`Değerler eğitimi`` etkin bir şekilde verilmelidir. Müfredatın olmazsa olmazları arasında olmalıdır. Aile ve Sosyal Politikalar Genel Müdürlüğü yerel ve merkezi düzeyde konferans, seminer tarzı etkinliklerle değerlerimizi yaşatma ve sürdürme projelerine ağırlık vermelidir.

Ne olacağız sorusuna cevap olarak kanaatim şu ki; bilişim çağı diye adlandırılan bu asrın teknolojik aygıtların çarkları arasında heba olmamız maazallah zor olmayacaktır. Toplumda nomofobi denen illet git gide artmıyor mu?!!

Kalın sağlıcakla…