Bismihi Teâla

Ne yazık ki günümüz dünyasında geçmiş asırlara göre ilme ve ilim merkezlerine olan rağbetin diri olduğunu söylemek güçtür. O halde bunun nedenlerini sorgulamak gerekmez mi? Teknolojinin gelişmesiyle ilme, bilgiye ulaşmanın çok kolay olduğu bu çağda umursamazlığın izahı nedir?

Hani halk ozanı Köroğlu bir dörtlükte  ‘`Tüfek icat edildi, mertlik bozuldu`` diye kaygılarını dile getiriyor ya. Aynen bu minvalde sanki duygularımızı tercüme ediyor ozan… Tabii ki ilme karşı lakayt kalmanın nedenlerini sadece bu şekilde izah etmek topu taca atmak gibi bir şey olur. İslam medeniyetinin hâkim olduğu dolayısıyla toplumlara can verdiği dönemlerde, asırlarda tarih de şahittir ki ilim-bilim yönünden Müslümanlar izzet bulmuşlardır. Yeniliklere öncü olmuş pek çok şahsiyet, âlim, seyda gelip geçmiştir. Herhâlde saymaya kalkışılsa ansiklopedileri bulan ciltler, matbular kifayetsiz kalır. Endülüs, Bağdat, Şam, Nizamiye, El Ezher… gibi ilim havzaları her birisi tek başına dünyayı doyuracak genişlikte, zenginlikteydi. Batı daha düne kadar mutfak kültürü nedir bilmezken, banyo kültüründen yoksun olan bu meymenetsizler etrafa medeniyet havarisi kesildiler. Mimsiz medeniyet her türlü işgal, hile-desise, şeytanlıklarla ümmeti maalesef gerisin geriye götürmenin keyfini yaşıyor. Ama bir yandan da uykuları kaçmıyor, kâbuslar görmüyor değiller… Zira seküler düşünen bu zavallılar belki bizim gücümüzden değil ama İslam medeniyetinin vakarından olsa gerek rahat değiller, rahat edememektedirler…

İslam düşmanları, Osmanlı`nın gücünün, medrese kültürüne dayandığını, Gazali`nin öğretisinden beslenen, medrese talebesi Selahattin Eyyubi`nin asıl gücü olan; feraset, cesaret, şecaat, ümmet bilincinin menşeinin medrese kültürü olduğunu çok iyi biliyorlar. İşte bunun için kan kokan batı, İslam coğrafyasını bu kültürden bihaber bırakmak için habbeyi kubbe yaparak kültürel yozlaşma faaliyetlerinde sınır tanımıyor, var gücüyle mesai yapıyor. Bizler onlardan daha fazla çalışmadıkça muvaffak olacağımız söylenebilir mi? İlahi kelam ‘‘İnsan için ancak çalıştığı vardır``(Necm,39) demiyor mu?

Memleketimizde,19.yy`dan bu yana gerek âlimlerimiz, Seydalarımız, feqilerimiz ve gerek medreselerimizin her taşı, külliyyelerimizin her sahifesi yapılan zulüm ve baskılardan yara almadı mı? Dağ, taş, mağaralar, yer altı, yer üstü dile gelse neler söylemez ki yapılanlar karşısında!!! İşte ilme olan lakaytsızlığın en önemli sebeplerinden biri de bu olsa gerek. Yani kültüründen uzaklaştırılmış, tamamen midesini düşünen, nefsin heva ve hevesatını idol gören uyuşuk bireylerin türemesi…

Geçen hafta merkezi sahabeler diyarı Diyarbakır`da olan İttihadul Ulema(âlimler ve medreseler Birliği)`nin 3`sünü düzenlediği âlimler toplantısına birkaç arkadaşımla gözlemci olarak katılmıştık. İzlenim ve gözlemlerimize ilişkin birkaç anekdotu paylaşmak istiyorum. Bu kurumun faaliyetlerine ilişkin daha geniş bilgi için http://www.ittihadululema.com adresinden ulaşılabilir. Şu ayrıntıya yer vermeden geçemeyeceğim, Âlimler Birliği`nin geniş katılımlı toplantıları yılda bir kere yapılıyor. Belirledikleri tarih ise Ekim ayıdır. Geçen yıl ki toplantılarına Suriye, İran, Irak Kürdistan`ından da katılım olmuştu. Bu yıl Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi bağımsızlık referandumunun sonuçları komşu ülkelerin tansiyonunu yükseltti. Türkiye`nin sınır kapılarını kapatmasından olsa gerek dış katılım beklenen düzeyde değildi. Toplantının hemen başında Filistin Âlimler Birliği Başkanı Dr. Nevaf Tekruri`nin Arapça olarak yaptığı konuşma hakikaten çok dokunaklıydı. Daha sonra sunucunun ana temayı tercüme etmesi ve yanımda bulunan hocamızın tercümesinden anladığım kadarıyla Üstad şu sözleri dile getirdi, ‘`Ey bölgenin insanları sizler Eyyubi`nin torunlarısınız. Sizlerin ecdadı Kudüs`ü azat etti. Bu gün bizim Filistin ve Kudüs olarak beklentimiz ve umudumuz sizlersiniz. Ey âlimler ve gençler kalkın ve bizleri bu tutsaklıktan kurtarın…``

Âlimlerimizin vakarı, şekli şimalleri, giyim kuşamları yıllardır özlem duyageldiğimiz türdendi. Yaptıkları sohbetler derdimizi, yaramızı deşen cinstendi. Sözleri kalpten çıkan kalbe sirayet eden güçteydi. Hele hele 30 civarında icazetlerini alan talebelerin o nur yüzlü cemalleri ve icazet merasimlerinde okunan ve Allah(CC)`a kadar varan hamd sena, salat selam ile ilme methiyeler, ilim süresince okunan eserler, emek veren müderrisler, hocalar silsilesi… gibi bilgiler ışığında diplomalarını(icazetname) aldıkları sahne müthişti.

İslami hassasiyetleri düşünen, ayrıştırıcı değil birleştirici; vahdeti ve ittihadı şiar edinen bu tür kurumları, çalışmaları desteklememek olur mu? Hem varlığımızla, hem finansman yönünden katkıda bulunmamız gerekmez mi?

Hz. Ali, Cabir b. Abdullah`a şöyle demiştir, ‘`Dünya dört şey ile ayakta durmaktadır:

İlmi ile amel eden âlim, öğrenmekten kaçınmayan cahil, malından cimrilik yapmayan zengin, dünyasına karşılık ahiretini satmayan fakir``

Kendimize soralım, çocuklarımızı dünyalık olrak belli bir yere gelmeleri için, özel derslere, özel okullara göndeririz. Fakat İslami ilimlerden istifade etmeleri için  ne yapıyoruz?

Kalın sağlıcakla…