Bismihi Teala
Dibe vurmuş eğitim ve öğretime ilişkin rahatsızlık duymamak elde mi?
En tavandan en tabana değin, açıkça bir memnuniyetsizlik olduğu aşikar.
Çözüm bulma noktasında ciddi bir irade lazımdır.
Başka bir deyişle yanlış iliklenen düğmeyi görme basireti...
Hani bir söz var “Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince diğerleri de yanlış gider...” diye.
İşe burdan başlanmadığı sürece ıslah, talim, terbiye... ne derseniz deyin olmaz.
Yani önce sistem ıslah olmalı.
Diğer deyişle eğitim müfredatı.
MEB,öğretmen adaylarına uygulamalı mülakat getireceğini söylüyor.
Bizde mülakatın ayarı bozuk olduğu için güven problemi oluşturmuyor değil.
Yani mülakat kayırmacılıkla eş tutuluyor.
Bu anlamda bizde sabıkalı olarak görülüyor.
Öz anlatımla kamu ve kurumlarda mülakat; ya formalite ya da torpil olarak algılanılıyor.
Bizde kuşku ile bakmanın arka planında bunlar ağır yer ediniyor.
Bakanlık, öğretmenlerin alan bilgisinin asgari düzeyde olduğundan yakınıyor.
Yaptığı tespit güzel de, eğitim fakültelerinin hiç mi kabahati yok?
İşte, işe ordan başlamak gerekmez mi?
Eğitim fakültelerine öğrenci seçeceksin,
Orta bir puanla öğretmen adaylarını bölümlere yerleştireceksin,
Dört yıllık süreçte mezun edeceksin,
KPSS sınavına tabi edeceksin,
Sınavı geçene,
“Gel hele boynun ölçüsünü alayım.” demek ne kadar tutarlıca olur?
Gerçekten “Zurnanın zırt dediği yer” bura mı?...
Öğretmenler yetişsin ama nasıl?
Bir kere başta olmazsa olmazların başında,
-BİR: Öğretmenlik mesleğinin tercihi.
Yani genç kendi kendine sormalıdır bence:
Bu mesleği niçin/neden seçiyorum?
Burada, bilinçli, bir tercih yapma iradesini göstermek önemli.
-İKİ: Eğitim fakültelerinin teori, temsiliyet, uygulama dönütleri.
Dört yıllık süreçte eğitim fakültelerine ciddi anlamda iş düşüyor.
Öğretmen adayını miadı geçmiş teori ve kuramlarla oyalamak yerine,
güncel ve hayata dönük bilgi ve donanımlarla yetiştirmek gibi bir misyonu var.
Son söz, reisi cumhurun dile getirdiği gibi “Oku, düşün, uygula, neticelendir.”
Kalın sağlıcakla...