Bismihi Teâlâ

Elbette afetin telaffuzu bile ağırdır.

Dil söylemekte güçlük çeker.

Hatta kargışı bile ürkütücü!...

Bilişim çağda afetlerle ilgili öngörü ilerlemişken,

Dijital envanterler gelişmişken,

güçlü tesiri altında yok olma eşiğine geliyoruz.

Başta sual etmesi gereken;

Güç yetirememek mi?

Eğitimsizlik mi?

Öğrenilmiş çaresizlik mi?

Salt kadercilik mi?

İbret almamak mı?

Bana göre ciddi bir irade yoksunluğu var.

Başka deyişle ciddiyetten yoksun bir eğitim anlayışı.

En azında bizde böyle olduğunu düşünüyorum.

Gevşek zeminde bina dik!

Göğe, tavana, çıkarcasına gökdelen yükselt!

Malzemeden çal, çırp!

Üç beş kuruş hırs namına hırsızlığı marifet bil(!)

Sonra kadere bağla işin içinden çık.

Ne güzel kolay yoldan sıvış.

Yok, böyle bir şey.

Bari varsa inancın, dine iftiraya kalkışma!

Dere yatağında ev yap!

Su taşkını yolunda kümelen,

Sonra kalkıp laf et!...

Öz olarak yazgı anlayışımızı tazelemek gerek.

Son yıllarda ivme kazanan,

Peşi sıra, ard arda gelen;

Salgınlar, iklim değişiklikleri, depremler...

karşısında ‘’afet eğitimi’’ zorunlu.

Alfabe gibi, cebir gibi…

Öngörülerin, yaşamsal zeminde

karşılığının olması kaçınılmaz bir realite.

 Eskilerin ‘’Yerküre, öküzün boynuzları üzerinde’’

deyişi günümüz jenerasyonuna güncel gelmiyor.

Günümüz insanı hem biliyor, hem de cahil.

Eskilerin bizim kadar doğayı katletmedikleri kesin.

Açık deyişle biz katlediyoruz.

Yani kendi fermanımızı kendimiz veriyoruz.

Cellad biz, masum da!

Sonuç olarak eskinin tecrübesi yeninin olanaklarıyla,

afet eğitimini zinde ve zeminde tutma yükümlülüğümüz yok mu?

 (Ramazanı Şerife’miz mübarek ola)

Kalın sağlıcakla…