Bismihi Teâlâ
Klişe bir söz var ya;
“Okul ikinci evimiz…” diye.
Sahiden öyle mi?
Öyleyse, fazla söze lüzum yok!
Yoksa minnet etmeye hacet var mı?
Elbette okullar en iddialı sosyal örgütlenme yerleridir.
Anne kucağından,
aile ocağından fırlayıp,
dışta kendini bulan sevimli yavrularımızı;
sevimli kurumlar karşılar mı?...
Masum ve tertemiz fıtratlarını,
korunaklı ortamlar karşılar mı?...
Okul öncesinden yükseköğrenime değin,
içiyle dışıyla,
işiyle aşıyla,
isteklendiriyor mu?
Aslında MEB, bu yönde bir anket yapsa
öğrencinin, ailelerin fikrini alsa,
kuşkusuz, ciddi veriler elde der.
Zaten eğitim insan için değil midir?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın,
‘Yeni yılda daha fazla öğrenciye yemek verme hazırlıklarının
başlatılacağını’ dile getirmesi önemli gelişme.
Ancak bunu pansiyonlu okullarla sınırlı tutmak,
yekpare kalacaktır.
Başka deyişle kapsam genişletilmelidir.
Zira Japonya örneği var:
Okullarında öğle yemekleri ‘birlik beraberlik simgesi ‘olarak görülüyor…
Hatta sınıf ve lavabo temizliğini öğretmen ve öğrenciler yapıyor.
Yani müstahdem veya hizmetli zorunluluğu yok.
Okuldaki tüm işler öğretmen ve öğrenci iş birliğiyle yapılır.
Böyle okullarda aidiyet üst düzeyde olmaz mı?
Okul dört duvarla örülü sıkıcı bir hal olmamalı.
Havasız, puslu bir ortam olmamalı.
Çok katlı, hele hele minik bebeleri,
ürkütecek yapıda olmamalı.
‘Yüzünden düşen bin parça…’ ev sahipliğini yansıtmamalı…!
Eğitim kurumları sevimli olmalı ki,
saygın yere oturtulsun.
Hitap etmeli ki,
samimice karşılık bulsun.
Kucaklamalı ki,
kucakta yer bulsun.
… Ne olursa olsun,
“Battı balık yan gider” tavrı çaremiz olmasın.
Yine de hikmeti Enderunlu’dan almak gerek:
"Mihneti, kendine zevk etmedir alemde hüner,
Gam - u şad - ı felek böyle gelmiş, böyle gider." Yani
"Dünyada hüner, sıkıntıyı, üzüntüyü kendine zevk edebilmektir,
Çünkü üzüntü ve sevinç geldiği gibi gider."
(Ömrünüz bereketli olsun, iyilikle dolsun.)
Kalın sağlıcakla…