Bismihi Teâlâ 

  Anne işte bu, diyerek geçiştiremiyorsun… Timsah gözyaşları demekten, hicap duyarsın… Yapay gözyaşları mı, hiç diyemiyorsun… Ama’lara, ancak ‘lara kurban edemezsin…Siyasi rant devşirme beklentisini ağzına almakla ayıp edersin…Zira bu tepki, bu ses, bu duygu, bu kalp aynı tonda, aynı dozajda…Aykırı bir şey ileri sürmek densizlik, hürmetsizlik ,küstahlık diye addedilir bu yürek karşısında!..

  ‘Acınızı paylaşıyorum’ demek bana göre düşünmeden söylenen bir klişeden ibaret…Maalesef ateş düştüğü yeri yakar!.. Gerisi gelip, geçer hep… Yani çözüm olmadıktan sonra başkalarının üzülmesi karşısında ‘gölge etme yeter’ diyesi gelir insanın…

  ‘’Şehit anneleri’’, ‘’cumartesi anneleri’’ ve son olarak ‘’Diyarbakır anneleri’’ diye öne çıkan yürek aynıdır. Aynı çilenin, aynı duygunun, aynı derdin sesidir. Evlat hasreti, evlat şefkati, evlada duyulan özlemin öznesidir. Dirisine kavuşmanın özlemi hatta cansız da olsa evladına dokunmanın, koklamanın acı hasretidir..!

   Herkes bir kez ölür belki fakat anneler evlat acısıyla her daim ölür… Hayattan koparılan her fidan orman için nasıl ki bir kayıp ve yıkımsa; yaşamdan alıkonulan her gençle birlikte ölen annedir… Bazen sessizce ,bazen dünyayı ayağa kaldıracak kudrette!..

  Amed’in bağrı yanık annelerinden biri “…Diyarbakır’da genç bırakmadınız ya toprağın altında ya cezaevinde. Fakir fukaranın çocuğu dağa, siz koltuklarda…’’ sarf ettiği bu sözler aslında acının, mazlumiyetin özetidir. Yarım asırdır binlerce genç heba oldu. Bir yandan güvenlik güçleri vazifesiyle asker, polis öte yandan dağda, bayırda örgüt ismiyle… Çatışmada, iç infazda, bilumum şekilde…

  Hikâye uzun ve hazin… Her birisinin öyküsü derin ve muhtelif türden…

BİR: Örgütün mazlum Kürt coğrafyasının sahibi olduğunu deklare et(tir)mesinin verdiği özgüvenle Kürt ailelerden haraç toplarcasına her aileden çocuk, genç fark etmeksizin gasp etmesi.

İKİ: Örgütün yalancı özgürlük tantanalarıyla gençleri tuzağa düşürme kurnazlığı.

ÜÇ: Örgütün etkin bir şekilde basın, medya kanallarıyla gençliği ikna etme gücü.

  Tabii ki tüm bunların asıl tetikleyicisi, katalizör işlevini gördüren şu husus görmezden gelinemez: Sistemin bir halkın kimliğini, varlığını inkâr ve ötekileştirme politikalarının vücuda gelmesi. Başka deyişle siyasi basiretsizlik ve körlük!..

   Hal böyle olunca Kürt coğrafyası yolgeçen hanı oldu. Örgütün düşüşe geçtiği anlarda bile sihirli bir el örgütü şaha kaldırdı ya da kaldırttı. Zira siyasi irade çoğu zaman büyük patron ABD’nin emrindeydi. Dağa çıkmak pikniğe gider gibi kolay ve rahattı yani Kandil’e giden koridor ardına kadar açıktı… Açık deyişle fatura Kürt halkına kesildi. Pohpohlanan bir örgüt karşısında gençlerin kendini gerçekleştirme hülyaları murat oldu…

  Gelinen süreç itibariyle halk çoğu şeyin farkın vardı. Bugün açık yüreklikle çalınan çocuklarını bangır bangır isteme cesaretini gösterebiliyor. Aslında hiçbir zaman Kürt halkı örgütün tüm müdahalelerine rağmen kitlesel bir ayaklanma göstermedi. Ne Apo’nun yakalanışında, ne hendek olaylarında, ne de Demirtaş’ın cezaevine konulmasında…

  Annelerin feryadını ayak oyunlarına, cambazlıklara, ali cengiz oyunlarına alet etmek destekten öte kösteklicedir. Bu sesi duymazdan gelmek sözüm ona aymazlık değil de nedir?.. Zira hiçbir bomba annenin en safi, en deruni hislerle dile getirdiği sesten daha gür olmamıştır. Analar ağlasa da boş ağlamaz.

    Sonuç olarak örgütün karanlık dehlizlerinde dünyasını ve ukbasını tehlikeye atan gençler necatı burada bulamaz. Zira uçsuz bucaksız karanlık tünellerde aydınlığa varılamaz. ABD’nin mühendisliğinde; ne Kürt halkı ne de başka bir halk hayır görmemiştir.

   Kalın sağlıcakla…