BismihiTeâla                                                                                                                                                                                                                                          Yakın zamanda bir eğitimci ve psikoloğun söylev tarzında yazmış oldukları bir kitabı okuma fırsatı buldum.Dolayısıyla önemli bazı hususlardan istifade ettik.Özellikle yazımızın başlığını kitapta geçen bir satırdan seçtim.

   Her nedense yılın 24 Kasım günü söz konusu olduğunda kamuoyu nezdinde ‘`Öğretmenler Günü`` olarak kaale alınır. Öğrenci velilerini, öğrencileri tatlı bir heyecan sarar…Bu günün kısaca geçmişine bakıldığında 1 Kasım 1928 senesinde kadim alfabe- arap alfabesi- lağvedilerek, latin harfleri tedavüle konuldu.Beraberinde 24 Kasımda Millet Mektepleri açılıp; uygulamaya geçilmiş ardından Atatürk, başöğretmen olarak seçilmiştir.Ülkemizde 1981 yılından bu yana o günün hatırına öğretmenler günü olarak kutlana gelmektedir.Harf devrimiyle toplumun asırlık geçmişine, medeniyetine, kültürüne adeta dinamit konuluyor.En üzücü yanı ise bir gecede 7`den 70`e tahsilsiz bırakılıyor. Kısacası batıyı memnun etmek içinmimsiz medeniyet adına şekilden şekle giriliyor. Toplumun dokusuna aykırı olan her türlü süfli şeyler dikte ettiriliyor! O günden bu güne yaklaşık 90 yıldır, toplumdaki okuma yazma oranının halen istenilen seviyede olduğu söylenemez.Son yıllarda Avrupa Birliğine uyum yasaları çerçevesinde şişirme istatistiklerle bu oran masa başında yükseltilse de realitede öyle olmadığı ortada. Topluma gelince Aslında halk, öğretmenlere karşı olan saygınlığından ötürü bu günü önemser.

  Şimdi soralım muallimden öğretmenliğe geçişin sağlandığı 20.asırdan 21. asrın ilk çeyreğine geldiğimiz bu zamanda,mutfağının tezgâhında olan eğitimciler lütfen kendi pozisyonlarını test etsinler!

Pozisyon 1: Öğretmenlik okuma, yazma, hesaplama,astronomi öğretmek mi?

Pozisyon 2: Öğretmenlik okula başlama zili ile başlayıp okuldan çıkış saati ile sınırlı bir meslek mi?

Pozisyon 3: Ekmek kapısı olarak görülen para, pul hesapları namına zaman tüketilen bir mekân mı?

Pozisyon 4: Tatilinin uzun olması, boş vaktinin bol olmasına ilişkin tercihin ağır bastığı bir iş mi?

Pozisyon 5: Haftanın 7 günü, günün 24 saati meslek heyecanı ile hazır kıta beklemek mi?

Pozisyon 6: Belleklere, bilgiden önce ruhunu ve kalbini katmak mı?

Pozisyon 7: Erdemli insan yetiştirmeyi dert edinmek mi?

Pozisiyon 8: Kalplere nüfuz etmek mi?

  Sonuç, hareket tarzlarını kategorize edecek olursak; ilk dört pozisyon öğretmenlik yapmak, son dört pozisyon öğretmen olmaktır. Bu iki tarz tamamen birbirinden ırak iki modeldir. Yani balık yedirmek ile balık tutmak gibidir. Başka deyişle balık yemekten çok balığın nasıl tutulacağını öğretmektir. Zira biri sınırlı, bağımlı; diğeri kendi ayağı üzerinde durma becerisini kazandırmaktır.

  Peki iyi öğretmen nasıl olunur? Şu anekdotta saklı derim…MollaGürani Hoca, elinde kızılcık sopasıyla derse girip, “Üzerine bulaşan tembellik tozlarını bu sopayla temizleyeceğim” demesinden ürken Fatih`in annesine koşup hocasını şikâyet ettiğinde, ondan şu mealde sözler duyacaktır: “Valla Arslan`ım, o hocanın sağı solu belli olmaz…Ondan ben bile korkarım, iyisi mi derslerine çok çalış, tembellik etme!” işte ebeveyn, çocuk ve öğretmen eşgüdümünün sırrı burada yatar…

 Kısacası öğretmen olmak adam gibi adam yetiştirmekle taçlanır…

Kalın sağlıcakla…