Deli Dumrul hikâyesini bilir misiniz? Dede Korkut Kitabı`nda geçen on iki destansı hikâyeden biri. Destansı hikâye diyorum, zira olağanüstülükler barındırdığı için edebiyatçılar tarafından farklı isimlerle kategorize edilebiliyor. Kimisine göre destan, kimisine göre halk hikâyesi, kimisine göre masal…

Hikâye bu ya, Oğuz`da bir Deli Dumrul varmış. Kuru bir çayın üzerine köp­rü yaptırmış, geçenlerden otuz üç akçe, geçmeyip bu duruma itiraz edenlerden ise döve döve kırk akçe alırmış.  “Var mı benden güçlüsü?” diyerek de meydan okurmuş.

Bir gün köprünün yakınlarında bir genç ölmüş. Cenaze yakınları Azra­il`in, gencin canını aldığını söylemişler. Deli Dumrul, Azrail`e mey­dan okumuş. Bu, Allah`ın gazaplanmasına sebep olmuş. Deli Dumrul, kırk arkadaşıyla yemekte iken, Azrail gelip onu kıstırmış.

Deli Dumrul kılıcını çekip saldırmış. Azrail bir güvercin olup havalanmış. O da atıyla peşine düşmüş. Birkaç güvercin öldürmüş. Azrail`i öldürdüm diye düşünüp dönerken Azrail atını ürkütüp onu yere sermiş ve gelip tepesine çökmüş. Deli Dumrul`un aklı başına gelmiş, yalvarıp yakarmış: “Bre Azrail aman alma canımı!” diyerek af dilemiş. Azrail “Benden af dileyeceğine Allah`tan dile!” deyince Deli Dumrul başlamış Allah`a yalvarmaya:

“Yücelerden yücesin, kimse bilmez nicesin. Ulu Tanrı, nice cahiller seni gökte arar, yerde ister. Oysa sen müminlerin gönlündesin…”

Evet, dediğim gibi destansı hikâye işte. Henüz Deli Dumrul`u okumamış olup hikâyenin sonunu merak edenleri Google Hocaya havale edip bana Deli Dumrul`u neyin anımsattığının öyküsüne geçelim:

Geçen yazımda ifade ettiğim gibi orta şeker, orta direk bir insanım, ülkemizde milyonlarca insanın asgari ücretle geçindiğini hatırda tuttuğumuzda ekonomik olarak orta sınıf olmanın bir nimet olduğunun da farkındayım. İyi kötü bir arabamız var, ancak bazen arabanın olmaması daha mı iyi olurdu, diye düşünmüyor değilim.

Evet, araba ile ilgili devletimizin bana, bize, yurdum insanına dayattığı zorunlu vergiler bana Deli Dumrul hikâyesini anımsattı. Anlatayım:

Birkaç ay evvel arabanın muayene zamanı geldi. Her ne kadar her yıl mutlaka düzenli olarak arabamın bakımını yaptırsam da, dedim ya muayene zorunlu, gittim, yaptırdım. Verdik 200 lira. Tamam, herkes benim gibi hassas bir sürücü olmayıp aracının bakımını periyodik olarak yaptırmayabilir, bu anlamda muayenenin zorunlu olmasını anlayışla karşılarım.

Ama peşi sıra aralık ayında arabanın sigorta zamanı geldi, yapmama seçeneğimiz yok tabii. Mecburen 480 lira da oraya bayıldık. Birkaç yıldır sigortaların ikiye katlandığını biliyorsunuz. İşin ironik tarafı ise sigortanın gerçek anlamda bir sigorta olmayışı. Sözgelimi araba yoldan çıktı, pert oldu. Trafik sigorta sistemimize göre bir kuruş yardım alamıyorsunuz, çünkü kaza tek taraflı. Büyüklerimiz, vatandaşlarına bir de kaskoyu dayatıyor. O da sigortanın üç dört misli.

Hatırlarsınız bir ara, sigorta ve kaskonun birleştirilmesi gündeme geldi, ama siyasilerimiz Marmara depremi sırasında bir yıllığına getirilen ÖTV` de olduğu gibi, ne yazık ki, vatandaşa yüklenen hiçbir vergiden vazgeçmiyor.

İşin en mantıksız, tutarsız tarafı da, siyasilerin bu gibi durumlar için, bu uygulama bizim dönemimizde başlamadı, safsatasına sarılmaları. Bir yanlış sizden önceki dönemlerde başladıysa bunun aynen devam etmesi mi gerekiyor?

Ve nihayet geçen gün arabanın ocak vergisini yatırdım. 281 lira. Yani aynı parayı bir de temmuz ayında bayılmamız gerekiyor.

Evet, değerli dostlar, Deli Dumrul hikâyesinde hiç olmazsa adamcağız, bir köprü kurmuş, bizim otobanlar misali, sürücülerden geçiş ücreti alıyor. Peki, zamanımızın Dumrullarına ne demeli, bir yıl boyunca hiç kontak çevirmeseniz bile 1500-2000 liralık bir vergi ödemeniz gerekiyor. O zaman söyleyin Allah aşkına, kim demiş Deli Dumrul öldü diye!..