1920`li yıllardan ta 70`li yıllara kadar edebiyatımızda, özellikle roman türünde, en çok işlenen konu Kurtuluş Savaşı`dır. Ancak bu yıllarda bilhassa öykü-roman türlerinde realist ve natüralist eserler verildiği halde söz konusu Kurtuluş Savaşı ve Atatürk olduğunda yeni Türkiye`nin pek çok yazarı romantik bir tutum takınmış, realiteden tamamen uzaklaşarak istendik roman kahramanlarını yüceltme, muhalif yahut farklı düşünceleri ise alçaltma yoluna tevessül etmiştir.
Tarık Buğra, bu dönemin hem realizmini hem de vicdanını kaybetmeyen ender romancılarımızdan biridir. Bir proje kapsamında birkaç haftadır yazarın on kitabını okuyorum. En son, üniversite yıllarında da okumuş olduğum Küçük Ağa romanını hatırlamak babında gözden geçirdim.
Eserde Kurtuluş Savaşı, Anadolu`nun farklı kesimlerinin yaşadıklarıyla yansıtılmaya çalışılıyor. Kuvayı Milliye, Padişah yanlıları, Çerkez Ethem, İslami Kesim, Mehmet Akif, Sait Bey… Hakikaten yazarın realist bir gözle tarihi bir kesiti aktarmaya çalıştığını söyleyebilirim. Hem bu nesnel bakış açısını sadece Anadolu insanı için değil, o dönemin geniş Osmanlı coğrafyasının diğer ahalisi için de korumaya çalışmıştır.
Mesela roman kahramanlarından Doktor Haydar Bey ile asi Arap aşireti lideri arasında geçen şu diyaloğa bir bakın: “Bizi arkadan vurdunuz. Kâfirlerle birleştiniz!” sorusuna, yüzyıldır her Türk insanının taşıdığı bu algıya Tarık Buğra Arap şeyhinin ağzıyla şu cevabı verir:
“Doktor Bey, biz Arap`ız ve Müslümanız elhamdülillah… Osmanlı Devleti de Müslümandır. Dedelerimiz asırlarca bu din kardeşliği için Araplıklarını hatırlamadılar. Osmanlılardan ayrılsalardı dinlerini mi kaybederlerdi? Hayır elbette! Hallerinden memnun oldukları için hatırlamadılar. Çünkü Osmanlılar adildi ve kuvvetliydi. Adalet ve kuvvet! Bunların ikisi bir arada olunca mesele kalmaz. Bir başka ırkı veya kavmi elde tutabilmek için bunlardan biri lazımdır, hem de tam olarak lazımdır. Osmanlı Devleti ise uzun zamandır ne adaletli ne de kuvvetli.”
Evet, Tarık Buğra Arap şeyhinin ağzıyla ülkemiz gibi farklı kavimleri bünyelerinde barındıran devletlerin bölünme paranoyaları yaşamamaları için adalet ve kuvvet değerlerinden en az birine sahip olmaları gerektiğini düşünür. Bu kısmen doğru olabilir. ABD gibi birçok devlet adil olmadıkları halde güçlü olduklarından varlıklarını sürdürüyor görünebilir, ancak adaletten yoksun ülkelerin günün birinde Sovyet Rusya`nın akıbetini yaşamak durumunda kalacakları muhakkak.
Yine diğer Arap ülkelerine nazaran daha adil, daha insani bir politika izlemeye çalışan Katar`ın, kuvvetten yoksun olduğundan ilk fırtınada kendini ABD`nin kucağına nasıl bıraktığı hepimizin malumu.
Ülkemiz gibi yetmiş iki milletten insanı bünyesinde barındıran devletler, adalet ve kuvvet değerlerine birlikte sahip olurlarsa barış ve huzur tesis edilebilir ve her türlü dış müdahale ve fitnelere karşı ülke daha korunaklı olur. Ancak bunlardan biri eksik olduğunda farklı sıkıntılar patlak verebilir.
Son zamanlarda Kürdistan Özerk Yönetimi`nin bağımsızlık referandumu sıklıkla tartışılmakta ve Irak`ın komşu ülkeleri de sık sık sınır ve egemenlik ihlallerine rağmen Irak`ın toprak bütünlüğünden dem vurmakta ve Kürdistan`ın bağımsızlığına karşı çıkmaktadırlar.
Oysaki romandaki Arap şeyhinin bir zamanlar Osmanlı için kullandığı argüman şu an bir Arap ülkesi için söz konusudur. Zira Irak uzun zamandır, hatta kuruluşundan beri, ne adildir ne de kuvvetli. Hal bu iken, belki de bir mukadderat söz konusu iken, defakto bir bağımsızlık zaten söz konusu iken Irak`ın toprak bütünlüğü söylemi ne kadar gerçekçi acaba?
Aslına bakarsınız, Türk siyaset ve tefekkür adamları, Irak`tan ziyade Kürdistan ve bunun ülkemize yansımalarına yoğunlaşmış durumdalar. Mesela Irak`ta Kürtler değil, sadece Şii ve Sünni Araplar yaşasa ve Irak iki ayrı devlete bölünse, emin olun, bu durum ülkemizde çok da tartışma konusu olmazdı. Tıpkı Yugoslavya, Çekoslovakya ve Sudan gibi…
Ama neylersin mesele Kürtler ve bizim de Kürtlerimiz var. Peki, teşbihte hata olmaz, boşanmanın eşiğini çoktan aşmış bir çiftin boşanmasına, sırf taraflardan birinin kardeşi ile evli olduğumuzdan karşı çıkmak ne kadar doğru, söyler misiniz?
O halde çözüm? Adalet ve kuvvet. Eğer zihinlerde adalet ve kuvvet namına bir soru işareti yoksa ülkemizde bölünme korkusu sadece bir paranoya olarak kalır. Ama tersinden ifade edecek olursak Türk insanı ciddi anlamda bölünme endişesi taşıyorsa bunun tek nedeni Kürtlerde değil, yüzyıldır aşınan adalet ve kuvvet ikliminde aranmalıdır.