Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder

Dante gibi ortasındayız ömrün

Delikanlı çağımızdaki cevher

Yalvarmak, yakarmak nafile bugün

Gözünün yaşına bakmadan gider

Siz de benim gibi otuz beşini devirip kırka merdiven dayadıysanız ölüm duygusu daha çok düşer aklınıza. Hele hele kırklı ellili yaşlardaysanız bu duyguyu, daha da yoğun yaşadığınızı hissedebiliyorum.

Mehmet Akif ve Necip Fazıl ile birlikte edebiyatımızın en sevdiğim üç şairinden biridir Cahit Sıtkı. Neredeyse tüm şiirlerinde ölüm korkusu/yaşama sevincini dile getirir şair. Ne yazık ki belki de yaşadığı dönemin (1910-1956), yurdum insanını inancından, dininden soyutladığı bir zaman dilimi olması hasebiyle Cahit Sıtkı ruhsal bunalımlar içinde yaşamını tüketmiş; biçareliğini, ölümün soğuk nefesini sürekli ensesinde hissetmiştir:

Ne doğan güne hükmüm geçer

Ne halden anlayan bulunur

Ah aklımdan ölümüm geçer

Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur

Cahit gibi bunalım içinde olmasak da hiçbirimiz ölümü arzulamaz herhalde. Nitekim en ölümcül hastalıklara düçar olsak bile dinimizde ötenaziye, kendi canına kıymaya yer olmadığını biliyorsunuz.

İnsanoğlunun doğasında ölümsüzlük isteği, sonsuza kadar yaşama arzusu var. Dilimizde bengisu kelimesi var, Farsçada ab-ı hayat; aynı anlama karşılık gelirler: hayat iksiri, ölümsüzlük. Eminim birçok dilde bu muhtevaya sahip ifadeler vardır. Nitekim geçmişten günümüze efsanelerde, romanlarda, sinemalarda hep işlenegelmiş bu ölümsüzlük konusu.

İnsanoğlu, varlığının sona ermesini istemiyor. Yokluk insanı ürkütüyor. İmanın ruh sağlığımız açısından en büyük faydası ahiret inancı muhakkak. Öteki dünya inancı, ölümü yok oluştan kurtarıp sadece bir perde haline getiriyor. Geçici âlemden ebedi âleme açılan bir perde, bir kapı:

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek

Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek

Günler, aylar, yıllar art arda geçmiş zamanın soğuk sularına karıştı gitti. Ancak ne otuzlu yaşlar aklımızı başımıza getiriyor ne de kırklı yaşlar. Ölümü herhalde daha çok yetmişli yaşlara yakıştırdığımızdan eceli hiç düşünmeden koşuşturmaya devam ediyoruz.

“Geldi çattı en son ölmek/Ne bir yemiş ne bir çiçek” şiirinde dile getirdiği gibi ölümün Cahit`i 46`sında yakaladığını, belki bize daha da erken çatabileceğini düşünmek istemiyoruz.

Saçımıza düşen aklar, alnımızda oluşan derin kırışıklıklar, kullanmaya başladığımız yakın gözlüğü…

Zihnimiz yaşlandığımızı kabul etmiyor, her yaşta genç olduğumuz yanılgısını taşıyoruz. Doğru belki de zihnimiz hep gençtir, ancak yaşlanan vücudumuz artık beynimizden aldığı her komutu yerine getiremiyor.

Evet, insanoğlu tüm canlılar gibi doğar, büyür, yaşar, ölür, bu bir hakikat. Ancak bu hakikat karşısındaki bizim duruşumuz, Cahit Sıtkı gibi endişe içinde korkuya kapılmak mı, yoksa Necip Fazıl gibi imanın verdiği teslimiyet mi olmalı, önemli olan bu:

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber

Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun

Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun