Geçen gün ajanslara şöyle bir haber düştü: 12 Mart Pazar günü yapılan YGS' ye bir dakikalık gecikme nedeniyle alınmayınca bunalıma girdiği iddia edilen 18 yaşındaki B. K. intihar etti… Savcılıkta ifadeleri alınan K. ailesinin fertleri, B.'nin 12 Mart Pazar günü yapılan YGS' ye 1 dakika geç kaldığı gerekçesiyle giremediği için bunalımda olduğunu, 28 Mart'ta sınav sonuçlarının açıklanmasının ardından psikolojisinin iyice bozulduğu için intihar ettiğini düşündükleri öne sürüldü.

Öncelikle vefat eden kardeşimize Allah`tan rahmet, kalanlara baş sağlığı diliyorum. Daha sonra şu “bir dakika” meselesi üzerinde sizinle biraz kafa yoralım:

Hatırlarsınız 12 Mart`ta YGS yapıldı ve sınava 2.162.895 kişi katıldı. Kesin sayıyı bulamadım, ama iki haneli rakamlarla ifade edebileceğimiz kadar az sayıda öğrenci bir veya birkaç dakika geç kaldığı için sınava alınmadı. Sonrasında günlerce bu konu magazinleştirildi. Mal bulmuş Mağribî misali Hükümet karşıtları bu konu üzerinden İktidara yüklendi, oysaki ÖSYM`nin de, bu sınavın da siyasetle bir ilgisi yoktu. İktidar cenahından da birileri koroya dâhil oldu, bir dakika yüzünden bazı öğrencilerin mağdur olduğunu ve bu konuyu takip edeceklerini söyledi. Gazete yazarlarımızdan M. Ali Akay da, geç kalanlara sınav yapılmasına dair duygusal bir yazı yazdı, benim doğru bulmadığım.

Mübarek ÖSYM neye uğradığını şaşırdı. Oysaki günler, haftalar öncesinden bunun duyurusunu yapmış, hatta sınava giriş belgesini alan her öğrenci, sınava belirlenen saatte girilmesi konusunda net bir şekilde uyarılmıştı. Bu konunun savunmasını, sınavı yapan kuruma bırakalım. Ben şu bir dakika meselesi, daha doğrusu geç kalma, hatta geç kalma da değil geç gitme hastalığımız üzerinde durmak istiyorum.

Nedense öyle bir hastalığımız var, üzerimizden atamadığımız. YGS`den sonraki hafta da açık öğretim lisesi sınavı yapıldı, üç öğrencinin birkaç dakika geç kaldığına ve sınava alınmadığına bizzat şahit oldum. Bu kez son saat 10.00`dı, ama geç kalan yine kalıyordu. Eminim, YGS` ye göre çok daha fazla öğrenci geç kaldığı için bu sınava alınmamış, ama kimse bunun üzerinde durmamıştır.

Geçen hafta arkadaşlarla bir toplantı yapmamız gerekti, 19.00 diye sözleştik. Ben geç kalmayayım diye, eve uğramadan, akşam yemeği yemeden toplantıya attım kendimi, ama buçukta gelen mi dersiniz, bir saat sonra gelen mi… İnsaf, birilerinin, birilerini böyle bekletmeye, insanların zamanını çalmaya hakkı yok!

Gerek STK`larda, gerek resmi kurumlarda karar verilen saatlerde başlayan bir program gördünüz mü hiç? Artık yetkililer de nasıl olsa insanlar geç geliyor, onları zamanında getiremiyoruz düşüncesi ile tasarladıkları zamandan yarım saat, bir saat öncesine göre insanlara davetiye gönderiyor. Böyle olunca da benim gibi zamana riayet edenlere yazık oluyor.

Geldimse nola ben şuara devrine ahir

Âdet budur ahirde gelir bezme ekâbir

16. yüzyıl şairimiz Nev`î, dört yüz sene öncesinden geç kalma alışkanlığını böyle ifade ediyor. Anlaşılan o gün bugündür büyüklerimiz, bezme, toplantıya, her türlü etkinliğe geç kalıyor, daha doğrusu geç geliyor. Binlerce insan sıcakta, soğukta dakikalarca, hatta saatlerce beklemiş, kimin umurunda?

Yedi desek insanlar sekize doğru geliyor, sekiz diyoruz, bu kez dokuza doğru geliyorlar. Oysaki bu zihniyeti değiştirmemiz lazım. Vakit nakittir, kimsenin vaktini, nakdini çalmaya hakkımız yok. Gelişmiş ülkelerde ve dahi dinimizde her şey vaktinde, zamanında yapılır. Asıl dakik olması gereken, saat gibi olması gereken bizleriz. Ders, toplantı, konferans, faaliyet ne ise her şey dakikasında yapılmalı, bu geç kalma hastalığından kurtulmalıyız.

Konu madem üniversite giriş sınavı, o zaman sözü üniversite imtihanları ile bağlayalım:

Bildiğiniz gibi üniversitelerin geçme notu genellikle 60`tır. 59 alanları geçirirseniz 58`ler 1 puanla kalmış olur. 58`leri de geçirirseniz 57… diye devam eder, gider. Öyleyse herkese düşen ajitasyonlardan vazgeçip genel kurallar, ilkeler, standartlar ne ise, onlara uymak olmalı.