Geçen hafta bir vesile ile iş adamlarının ve mülki amirlerin olduğu bir istihdam toplantısını izleme fırsatı buldum. İşsizlik rakamlarının çift haneye yükseldiği, dâhili ve harici darbecilerin ekonomik olarak bizi çökertmeye çalıştığı bir dönemde, bildiğiniz gibi, ülke çapında istihdam seferberliği başlatıldı. Toplantıda da yapılabilecekler konusunda görüşler ifade edildi.

En çok dikkatimi çeken ve iş dünyasının ısrarla üzerinde durduğu nokta şu oldu: Ülkemizde bir işsizlik sorunu yok. Ne yazık ki ülkemizde bir iş beğenmeme sorunu, kalifiye eleman sorunu var. Her işi yaparım, demek aynı zamanda hiçbir konuda uzmanlığım yok demek. Diğer taraftan herkes masa başı iş istiyor, bu da büyük bir sorun aslında.

Toplantının ertesi günü arabada ufak bir sıkıntı olduğu için, ne olur ne olmaz aksi bir zamanda beni yolda bırakmasın diye soluğu sanayide aldım. Fakat mutat olarak gittiğim ustam yerinde yoktu. On beş, on altı yaşlarında bir çırak vardı dükkânda. Usta çok gecikir mi diye sorunca, arabanın nesi var abi, ben bakayım, dedi. Bir an tereddüt ettim. Çünkü çocuk okullardaki en tembel öğrenci tipindeydi. Yine de çocuğu kırmadım, problemi söyledim, sağ olsun, utandırdı beni, yarım saatte sorunu halletti.

Tamir sırasında bir yandan da çocukla lafladık. Küçüklüğünden beri mekaniğe, makinelere yoğun ilgisi varmış, evdeki mekanik eşyaları söküp söküp takarmış. Okuldaki derslerde ise hiç başarılı değilmiş, ortaokulu zor bela bitirmiş.

Aslında liseye gitmek istemiyormuş, ama zorunlu/zoraki diye tutturup sistem tarafından isteği dışında bir okula yerleştirilmiş. Bir yandan istekli bir şekilde sanayide çalışıyor, diğer yandan zoraki liseye devam ediyormuş. Çift dikişmiş, kuvvetle muhtemel bu senede sınıfta kalacakmış.

Uzun zamandır zorunlu lise eğitimi üzerine bir yazı kaleme almayı düşünüyordum. Önce istihdam toplantısı, ardından bir çocuğun hayat tecrübesi bu yazıyı öne almama vesile oldu.

Bir yandan siyasilerimiz Avrupa Birliğini eleştireduruyor, diğer yandan tepeden tırnağa Batı`ya uyum yasalarıyla onlara ayak uydurmaya çalışıyoruz. Eğitim konusunda da durum böyle gibi geliyor bana. Ülkelerinin toplam nüfusu bizim öğrenci nüfusumuzdan az olan Finlandiya, İsveç, Norveç gibi ülkeleri örnek aldık. Şu sıralar Singapur kısa adı PISA olan 2015 uluslararası sınavda iyi bir başarı gösterdi ya, inşallah seksen bir ilimizden bir il kıvamındaki Singapur`a öykünmeyiz.

Lafı eğip bükmeye gerek yok. Lise eğitimi zorunlu olmalı mı? Bence bu konuda çok ciddi bir biçimde araştırma ve değerlendirme yapılması şart, çoklu zekâ kuramını dikkate alarak.

 Evet, temel düzeyde herkes Türkçe, matematik, fen, sosyal bilimlerde fikir sahibi olacak. Belli bir genel kültür ve genel yetenek düzeyinde olacak. Ancak emin olun, bu temel eğitim sekiz yılda fazlasıyla veriliyor. Oysa lise eğitimi bir mesleğe, dolayısıyla hayata hazırlaması gereken eğitim kurumları. Bilmeyenler itiraz edebilir. Zaten meslek liseleri var ya! Sorun da burada başlıyor zaten. TEOG sınavında %90`ın üzerinde başarı gösteren seçme liseler ile başarı düzeyi tek hanelere kadar inen meslek liselerinde 9 ve 10. sınıflarda aynı müfredat uygulanıyor. TEOG` da temel matematikte sıfır çeken öğrencilere, meslek liselerinde polinomları, fonksiyonları, analitik geometriyi öğretmeye çalışıyoruz. Fizik ve kimyadan söz etmiyorum bile. Durum bu olunca çift dikiş de olsa dikiş tutmuyor. Meslek liselerindeki sınıfta kalma istatistiklerine bakın bakalım. 

Bilemiyorum, Ankara`daki MEB`in soğuk koridorlarına sesimiz ulaşır mı? Ama gerek bir eğitimci, gerek bir baba olarak düşüncelerimi paylaşmak isterim. Çoklu zekâ kuramında da görüleceği gibi yüce Allah, her insana farklı bir zekâ türü, farklı bir yetenek bahşetmiş. Öyleyse bize düşen çocuğumuzun ilgisini, yeteneğini keşfetmek ve bu doğrultuda onu yönlendirmek… Belki okula, belki sanayiye, belki ticarete, belki ziraata, belki bilişime…