Geçen gün arkadaşlarla bir çay ocağında oturup laflarken gözüm duvardaki bir levhaya ilişti. Levhada yazılanları daha önce de bir yerlerde okumuştum tabii; ama bir yandan merhum babamı hatırlamam, diğer yandan kendi geçirdiğim babalık süreci nedeniyle levhadaki yazıya bir müddet daldım. Levhada şunlar yazılıydı:

Çocuklar babaları hakkında ne düşünür:

5 yaşında, babam her şeyi bilir.

10 yaşında, babam çok şey biliyor.

15 yaşında, ben de babam kadar biliyorum.

20 yaşında, babamın pek bir şey bildiği yok. Onun devri geçti artık.

30`lu yaşlarda, bir de babamın fikrini alsam iyi olacak galiba.

40`lı yaşlarda, babam gerçekten çok şey biliyormuş.

50`li yaşlarda, keşke babam hayatta olsaydı da onun da fikrini alabilseydim.

Evet, şu an bu satırları okuyan değerli muhatabım kaç yaşında, hangi duygular içerisinde bilemiyorum. Ancak çocuklarım ve merhum babam nedeniyle yukarıdaki duygulardan birkaçını birlikte yaşadığımı, en azından anlayabildiğimi söyleyebilirim.

5 yaşındaki çocuğumuz gerçekten de levhada ifade edildiği üzere bizi her şeyi bilen, her şeye gücü yeten olarak görüyor. Olumlu olumsuz tüm davranışlarımızı örnek alıyor. Bu durum derinden derine bize mutluluk verirken, aslında bizi büyük bir sorumluluk altına da sokuyor. Zira çocuğumuza iyi bir model olabiliyor muyuz, diye düşünmek gerekiyor.

10 yaşındaki çocuğumuz için çok şey bilebiliriz; ama öyle her şeyi bildiğimiz falan da yok, her şeye de gücümüz yetmez hani. 10`lu yaşlar çocuklarımızın bizden ziyade akranlarıyla, kısmen de öğretmenleriyle daha fazla etkileşim halinde bulundukları yıllar… Bu nedenle biz babalar, ne kadar iyi rol model olursak olalım, ne kadar tecrübeli olursak olalım, tabiri caizse çocuğumuzun bizi takmadığı yıllar. Kendi 10`lu yaşlarımızı, ergenlik yıllarımızı hatırlayalım, biz çok mu farklıydık?

O zaman 10`lu yaşlarda ne yapmalı? Çocuğa iyi bir akran çevresi kazandırmalı, onu iyi bir arkadaş grubuna, iyi bir sohbet halkasına dâhil etmeli.

15-25 yaş aralığı en zorlu, en çetin yıllar. Mecazen o tatlı mı tatlı danalardan eser yok, tosun yılları bile geride kaldı. Artık karşımızda koca bir insan var, bedenen bizimle aynı hacme sahip, ama yaş-baş tecrübesi nakıs olan.  Saldırganlık psikolojisi, çevreyle uyumsuzluk, ergen ergen tavırlar, her şeyi ben bilirim havası, tam bir kırmızı görmüş boğa hali…

O yaşlardaki kendi densizliklerim geliyor aklıma. Ergen tavırlarla kaç defa merhum babama kafa tuttuğum, onunla cedelleştiğim… Şu an üzülerek anlıyorum ki o densizliklerime rağmen babam bana ne kadar da anlayış gösteriyormuş.

Peki, levhadaki kurallar, ilahi kurallar mı? Hz. Musa`nın levhaları olmadığına göre elbette değil. Sizi bilmem, ama benim 10`lu, 20`li yaşlardaki çocuğumdan 30`lu, 40`lı yaşların olgunluğunu beklemeye hakkım yok. Ancak babasının ve büyüklerinin tecrübelerinden faydalanmalarını temenni ederim. Zira ben değil ellili yaşlar, daha otuzuna varmadan, babam 63 yaşındayken vefat etmiş ve mezarı başında şu mısraları mırıldanmıştım:

 

Ne yiğit adamdın babacığım meğer

Benim gibi onlarca evlada değer

Önünde diz çöküp ağlar ağlardım

Hayatta olsaydın babacığım eğer

 

Hayata yumunca sen gözlerini

Hiçbirimiz tutamadık yerini

Geç anladık kıymetini, kadrini

Ne yiğit adamdın babacığım meğer

Ruhuna Fatiha mezar taşında

Seninle söyleştim mezar başında

Hayatta olsaydın yanı başımda

Ne yiğit adamdın babacığım meğer

Demem o ki babanız hayattaysa eğer, kadrini kıymetini bilin, zira onu kaybettikten sonra mezarı başında mırıldanmak bir anlam ifade etmeyebilir? Ve yine babanızdan gördüğünüz anlayışı, çocuklarınızdan esirgemeyin.