I. Dünya Savaşı yıllarında Mehmet Akif, bir vesile ile Avrupa seyahatinde bulunur. Daha sonraları Berlin Hatıralarında izlenimlerini aktarma, İslâm dünyası ile Batı dünyasını gözlemlerine dayanarak karşılaştırma şansı bulur. Bu bağlamda Akif`in, gördüğüm kadarıyla yaşayışları dinimiz gibi, dinleri yaşayışımız gibi değerlendirmesi hep üzülerek hak verdiğim bir konu.

Bugünlerde peş peşe düzenlenen referandum mitingleri nedeniyle yukarıdaki anekdot geldi aklıma.  Akif hayatta olsaydı bu konuda nasıl bir değerlendirme yapardı acaba?  Muhtemelen Batı`daki miting, daha doğrusu miting yapmama zihniyetini tercih ederdi.

Düşünsenize, birkaç ay boyunca neredeyse tüm dünyada gündem olan ABD seçimleri sırasında, açık hava mitingleri hiç yapılmadı sanırım. Trump ve Clinton, diğer gelişmiş ülkelerde olduğu gibi daha çok salon toplantıları şeklinde gerçekleştirdi seçim faaliyetlerini. AB, ABD, Japonya gibi ülkelerde bizimkine benzer tarzda açık hava mitingleri var mı sizce? Oralarda siyasi liderler, gürültüsüz patırtısız bir şehre gelir, halka herhangi bir rahatsızlık vermeden önceden kiralanmış kapalı bir mekâna geçer, toplantısını, propagandasını gerçekleştirir, yine sessiz sakin döner gider. Bizde öyle mi?

Her şehirde büyük bir meydanda halkı toplamak… Ana arter yolların trafiğe kapanması… Alınan güvenlik önlemleri, binlerce güvenlik görevlisi için fazladan iş yükü…    Sıradan vatandaşlar için çileli birkaç gün… Ve belli aralıklarla memleketin her kentinde bunun kopya kopya tekerrür etmesi.

İnanın, akşam haberleri izlerken sadece şehir isimleri değişiyor. Liderler aynı liderler, söylemler aynı söylemler, sloganlar aynı sloganlar. İki üç mitingden sonra liderlerin ne diyeceğini ezberliyor, daha onlar söylemeden biz cümlelerini tamamlayabiliyoruz.

A, B, C partisinden falan lider şu saatte gelecek diye saatler öncesinden yurdum insanını kent meydanına toplamaya çalışıyoruz. Hatta şehir merkezini bırak, ilçelerden, köylerden, komşu kentlerden kim varsa ahaliyi sayısal yığınlara dönüştürüp kitlemizi diğer kitlelerden yüksek göstermenin gayretini gösteriyoruz.  Üstüne bir de “Adet budur ahirde gelir bezme ekabir” yanlış uygulamasıyla liderler iki saat mitinge geç gelince zavallı halk güneş altında pişsin mi, kavrulsun mu?

Yanlış anlaşılmasın, birkaç saat değil, 15 Temmuz`da olduğu gibi sabaha kadar ayakta nöbet bekler, sonrasında bir ay boyunca vatan nöbetini sürdürmeyi biliriz. Lakin parti ayrımı gözetmeden söylüyorum, miting anlamında bu zahmete, bu külfete gerek var mı?

İşin bir de ekonomik boyutuna değinmek lazım. Şu şehirde önce A partisi miting düzenliyor, bir sürü masraf yapılıp meydan süsleniyor. Miting bitti, her şey çöpe, masraf boşa. Sonra B partisi, aynı iş, aynı masraf, sonra başka bir parti, bir daha, bir daha… Bu para hepimizin cebinden çıkıyor, yazık değil mi?

Gelelim, işin seçmen tercihi boyutuna. Bunca masraf, emek, risk, seçmenin tercihini etkiliyor mu acaba? Hiç sanmıyorum! Benim oyumun rengi belli. Yetmez, ama evet. Eksileri var, lakin artıları daha fazla, bu nedenle evet. Hayır dememek için evet. Ve en önemlisi 15 Temmuz felaketini, Allah göstermesin, bir daha yaşamamak için evet. 

Benim oyumun rengi belli olduğu gibi çevreme baktığımda eş, dost, arkadaş hemen herkesin oyu da belli. Hayır diyenin de, evet diyenin de. Yani öyle araştırma şirketlerinin açıkladığı gibi kararsız bir seçmen kitlesi falan yok. O zaman bunca tantana neden?

Evet, günümüzde TV, kitle iletişim araçları, medya; hele hele sosyal medya, facebook, twitter, instagram mitingleri anlamsız hale getiriyor. Bir zamanlar abartılı 23 Nisan, 19 Mayıs törenleri vardı hatırlarsınız, sadece bizde ve demir perde ülkelerde olan. Çok şükür bunları geride bıraktık. Peki, mitingler için de aynı durum söz konusu değil mi?