Geçen akşam tartışma programlarından birini izliyordum. Türkiye`nin merkezindeki köklü üniversitelerde görev yapan iki profesör, ülkemizin on yıllardır çözüme kavuşturulamayan sorunlarını tartışıyordu. Tartışmayı yöneten gazetecinin de körüklemesiyle tansiyon iyice yükseldi.
Taraflardan biri, ortak bir paydada buluşmaya gayret ederken; diğeri dediğim dedik, çaldığım düdük tavrını sergiliyordu. En sonunda sağduyulu profesör: “Biz uzlaşamayacağız galiba, o zaman tartışmanın da bir anlamı yok.” diyerek tartışmadan çekilmek istedi. Tam da bu esnada diğer profesör beni hayretler içinde bırakan cümlelerini sarf etti: “Neden uzlaşamayalım ki? Benim gibi düşünürsen uzlaşırız!”
“Benim gibi düşünürsen uzlaşırız.” Bu ifadeyi akıl süzgecinden geçirmeye çalıştım. Ama hayır, akılla mantıkla bu sözün anlaşılması mümkün değildi. Acaba anlatım bozukluğu sorusu olarak bu cümleyi ÖSYM`ye iletsem mi diye düşündüm.
“Benim gibi düşünürsen uzlaşırız.” Biri bizim gibi düşündükten sonra onunla uzlaşma zemini aramamızın ne gereği var? Hatta onunla en ufak bir tartışma yaşamamız söz konusu olur mu ki? O biri adeta bizim kopyamız, hani tıpkısının aynısı derler ya.
Uzlaşma birbirinden farklı düşünceler arasında yaşanır. Ve bu, bir düşüncenin adeta kendini feshedip karşı düşünceyi benimsemesiyle olmaz. Olsa olsa her iki düşüncenin de ödün vermesiyle, ortak paydaların oluşturulmasıyla vücut bulur.
Ancak bizim toplumumuzda uzlaşma, ne yazık ki hep bir tarafın tüm düşüncelerinden vazgeçmesiyle oluşturulmak istenmiştir. Profesör unvanına erişmiş kimselerin bile bu hezeyanı sergilediği bir zamanda, toplumun tamamından uzlaşma kültürünü içselleştirmelerini beklemek zorlaşmaktadır.
Uzlaşma, sözlükte “Aralarındaki düşünce, görüş ve çıkar ayrılığını, karşılıklı ödünlerle kaldırarak uyuşmak” şeklinde verilmektedir. Hal bu, olması gereken bu iken ne yazık ki birçok insan uzlaşmayı, farklı düşünceyi kendi düşüncesine dönüştürmek, hatta karşı tarafı hizaya getirmek, yok etmek olarak algılamaktadır.
Aslında bilemiyorum, bu tip insanlar uzlaşma tabirini gerçekten anlamıyorlar mı, yoksa tavırlarının yanlış olduğunu bildikleri halde şahsi menfaatlerini kaybetmekten korktukları için mi bu şekilde davranıyorlar?
Bir de dönüp kendimize baktığımızda birçoğumuz, kimi zamanlar farkında olmadan uzlaşmaz tutumlar sergilemiyor muyuz? Bir tartışma konusu açıldığında yaptığımız muhatabımızı dinleyip onunla ortak bir paydada buluşmaktan ziyade, ona laf yetiştirip kendi düşüncemizi ona benimsetmeye çalışmak değil mi? Peki, uzlaşma bu mu? Uzlaşma dediğim dedik, kestiğim kestik mi?
Bizler kimi zaman bu uzlaşmacı(!) tavrı eşimize karşı göstermiyor muyuz? “Ya benim dediğim gibi olur, ya da …” diye kestirip atmıyor muyuz?
Kimi zaman toplumda bizim gibi düşünmeyenlere karşı uzlaşmacı(!) kişiliğimizi farklı ifadelerle yansıtmıyor muyuz? “Ya hep ya hiç, ya bizdensin ya bize karşı, ya sev ya terk et” söylemleri uzlaşmacı kültürle bağdaşır mı?
Ülkemizde uzlaşma konusunda bir sınav yapılacak olsa ne yazık ki pek çok insanın ve kurumun sınıfta kalacağı aşikârdır. Uzlaşma kültürünün olmadığı ülkelerde ise iç huzursuzluktan toplumsal çalkantılara kadar her türlü felaketin yaşanabileceğini hem yakın tarihimiz hem de Ortadoğu ve Balkanlar coğrafyası net bir biçimde göstermektedir.
Bu necip milletin aydınlık yarınlara yürürken en ufak bir engele dahi takılmasını istemeyen bir fert olarak uzlaşma kavramını biraz daha fazla irdelememiz ve icabında kendimize çekidüzen vermemiz gerektiğini düşünüyorum.
Evet, benim gibi düşünmeyebilirsin. Benden çok farklı da düşünebilirsin. Hatta benim düşüncelerime tamamen karşıt da olabilirsin. Ama yine de uzlaşabiliriz. Bir adım benden, bir adım senden…