Ruhumu kemirirken dehşetengiz bir sancı

Ben benliğimden yoksun garip bir duraktayım

Var olup da olmamak ah ne kadar da acı

Kimsenin görmediği küçücük bir noktayım

 

Bu coğrafyada yakın bir zaman öncesine kadar dindar olmak da Kürt olmak da zor, hatta bedel ödenmesi gereken bir durumdu. Hele hele hem Kürt hem de dindar bir kimliğe sahipseniz sakıncalılar listesinde yer almak dışında size hayat hakkı tanınmazdı.

Evet, öyle Türkçe ezan, Mushafların toprak altına gömülmesi, cami ve medreselerin ahırlara çevrilmesi, hukuk garabetleri ile İskilipli Atıf Hoca gibi âlimlerin idam edilmesi yıllarına gitmeye de gerek yok. Daha yirmi sene önce binlerce insanımız, başörtüsünden, sakalından, parmağındaki gümüş yüzükten dolayı işinden, aşından, hatta hürriyetinden edilmedi mi?

Sahi bugün 28 Şubat değil mi? Çok şükür bin değil, on yıl bile sürmedi; ama hâlâ yüzlerce kardeşimiz 28 Şubat mağdurları olarak içerde ise yarın ruz-ı mahşerde bunun hesabı nasıl verilir, bilemiyorum.

Ve Kürt olmak… Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisi ittifakından bu yana Osmanlı idaresi altında huzur içinde yaşayan, yaşam sürdükleri coğrafya Osmanlı haritalarında Kürdistan olarak yer bulan, medreselerde yüzyıllarca anadilleri Kürtçe ile eğitim veren, neşriyat yapan Kürtler, Cumhuriyet ile birlikte mahlûkat, yaratık, belirsiz cisim muamelesi görmeye başladı.

Kürtçenin değil eğitim dili, günlük hayatta konuşulması dahi engellenmeye çalışıldı bir dönem. Kürt insanı merhum Özal dönemine kadar ne idüğü belirsiz mahlûkat muamelesi gördü. Kürtlerin dağ Türkleri olduğu, karda yürürken kart kurt sesleri çıkardıklarından Kürt ismini aldıkları koca koca(!) profesörlerin akla ziyan bilimsel(!) çalışmaları olarak sunuldu.

Özal ile birlikte yavaş yavaş Kürt realitesi tanınmaya başlandı. Öyle tanınma dediysem, gelişmiş ülkelerdeki gibi demokratik bir standart yahut İslam`ın 1500 yıldır öngördüğü insani ve İslami prensipler bağlamında anlamayın sakın. Sadece, evet siz Kürtsünüz ve varsınız, sizi tanıyoruz, varlığınızı kabul ediyoruz anlamında. Ne lütuf ama!

Oysaki Kürtler, Descartes`in dediği gibi yüzyıllardır düşünüyor, hatta konuşuyorlardı; öyleyse zaten varlardı, bir realite, idiler. Varlıkları, realiteleri Müslüman kardeş milletlerin tanınması şartına bile bağlı değildi.

Derken AK Parti iktidarı ile birlikte Kürt meselesi ciddi anlamda masaya yatırıldı ve sorunun çözümü noktasında çok önemli adımlar atıldı, büyük mesafe de kat edildi. Ancak malumunuz üzere son birkaç yıldır neredeyse sil baştan.

Kanaatimce siyasi iradenin halen devam eden en büyük yanılgısı Kürt meselesi ile PKK`yı eş değer görmesi ve Kürtlerin insani, İslami veya demokratik, adına ne derseniz deyin, temel hak taleplerini PKK`nın silah bırakma şartına bağlamasıdır. Oysaki PKK silah bıraksın bırakmasın, Kürtlerin temel insani hakları bunlardan bağımsız olarak ele alınmalı ve çözüme kavuşturulmalıdır, pek çok gelişmiş ülkede benzer örnekleri olduğu gibi. Aksi durumda silah sayesinde Kürtler kazanım elde ediyor algısı ümmetin yetimlerini şiddetin kucağına itmekten başka bir işe yaramaz.

Gelelim esas üzerinde durmak istediğim noktaya: Hem Kürt hem dindar olmak…

Dindar Kürtler… 70`li yıllara kadar bu kavram gereksizdi, zira dindar olmak Kürtlerin karakteristik özelliklerindendi. Ancak 70`lerden sonra sol fraksiyonlar, özellikle PKK, Kürt kimliği propagandası ile taban bulmaya çalıştı. Kürt kimliği konusunda Türk, Arap ve Farsların duyarsız olmaları, hatta milliyetçi reflekslerle hareket etmeleri etki-tepki denklemiyle milliyetçiliğin Kürtler arasında da yayılmasına yol açtı ve PKK (Kürdistan İşçi Partisi) milliyetçiliğe bürünmüş sol bir hareket olarak hayat buldu.

Bugün Kürtler siyasi arenada seküler Kürtler ve dindar Kürtler olarak kategorize ediliyor ve hoşunuza gitsin gitmesin seküler milliyetçi Kürt partiler daha fazla oy alıyor. Bu durumun sebebi ne dış mihraklardır ne de Kürtlerdir. Asıl sebep Müslüman Kürt kardeşlerinin temel insani taleplerine duyarsız kalan, hatta Türkçülük refleksleri ile Kürtlerin Kürt olmasını bile on yıllardır kabullenemeyen mütedeyyin Türk kamuoyudur.

Evet, ülkemizde dindar olmak zordu, artık değil. Fakat dindar Kürt olmak hâlâ zor, hem de dünden daha zor. Bir yandan milliyetçi zihniyete bürünmüş Kürtçüler, onlardan İslami kimliklerini terk edip kendileri gibi tamamen Kürtçü olmalarını istemekte, hatta şiddete başvurarak bunu dayatmakta; diğer yandan Türk milliyetçiliği ile harmanlanmış dindar Türkler, onlardan Kürt kimliklerinden tamamen sıyrılmalarını ve Türkçülüğe indirgedikleri ümmet(!) potasında erimelerini, yok olmalarını beklemektedir. Hem dindar hem Kürt olarak yaşamak, hakikaten zor…