1-Yılbaşı:

Hz İsa(a)`ın doğum günü, Miladî takvimin başlangıcıdır. Hıristiyan inancına mal olmuştur. Yeni miladi yıl ile 2018`e gireceğiz. Yine de Hıristiyan ve kısmen de Yahudi vatandaşlarımızın alakadar olduğu Miladi yılbaşlarını, ayrıca ümmetin de geçmiş Hicri ve Mekke`nin Fethi sene-i devriyelerini kutlarız;  hayırlara vesile olsun.

Günümüzde, “Terör, İsraf ve günahın” olduğu zeminler; kapitalizm ve Yahudi/Siyonist zihniyeti kokar, biline! Bu ikilinin mesleği budur ve buralardan beslenirler.  

İsa(a)`ın “annesine iftira ve eziyet eden; hakkında Pers İmparatorluğu`na kadar kin ve nefret söylemi yayan, linçe tabi tutan ve nihayet çarmıha gerdiren” bizzat Yahudilerdir.

Müslümanların yılbaşı ise Peygamber Efendimizin(a)`ın Medine`ye Hicret ettiği yıl olan Hicri yılbaşıdır ki an itibarıyla 15 Rebbiülahir 1439`dur.

Her vesile ve fırsatı;  tüketim ve israf bayramına çeviren, emperyalizmin bir aracı ve tuzağına dönüşen miladi yılbaşı; aynı zamanda helal ve haramların sınırını aşmanın etkin silahlarından olmuştur; zinhar sakınmak lazımdır.

2-Ortadoğu Durulur mu?

Hiç sanmam. İran İslam(!) Cumhuriyeti Rehberi Hamaney; “enflasyon ve mahrumların hakkının gözletilmesi..” hususunu ikaz ediyor.

Laiklerse İran sokaklarında gittikçe artan bir tonda; “Mollalar dışarı! Diktatöre ölüm! Filistin`i boş ver bizi düşünün! Özgürlük..!” sloganlarını yayıyor.

İran yönetimi de Türkiye gibi “Haç ve Havra`nın” kuşatmasında. Böyle bir durumda, Sayın Erdoğan ile şartsız diyalogda olması gereken İslam Cumhuriyeti, hala mühendisliklerin peşinde. Türkiye`yle diyaloglar gelişmektedir ama yetmez.

Suud; elinin yetiştiği tüm komşularında “saray entrikaları ve darbelerin peşinde. ABD ve MOSSAD`dan ihale alan FETO`nun devlet ayağını teşkil etmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanının şahsında çözümün adresi olabilecek olan Türkiye; ümmet`e, en azında Sünni kesimin liderliğine, hatta küresel aktörlüğe oynuyor. Hoş güzel ama 80 yıldır ayağına dolanan Kemalizm`in “red/inkârcı YASALARINA” eleştiri hatta zorunlu değişimleri bile yapamıyor. Değişimler için “teklif bile edemiyor!”

Umudumuz; tek çıkış yeri Arabistan`a bağlanan bir köprü olan ve arazisinin yarısında ABD`nin bölgedeki en büyük üssü bulunan KATAR. Yine de var olsun! Çünkü Halkı Müslüman ülkelerde “hakkı konuşan, zalimlerden kaçan İslami cephe liderlerinin sığınabildiği tek ülke.. O da “Sekseninde himmete muhtaç dede/ Nerde kaldı gayrına himmet ede!”

Kısacası; Müslüman ülkelerin ekseri; önceki “statükoların, red-inkarcı yasaların” habis dergahından çıkmış Frenk yasalarıyla yönetilmekte. Bu yasalar değişmedikçe; “tavan ile taban, halk ile rejimler, yöneten ile yönetilen..” arasında huzur oluşmaz! 

Batı; “Franco`yu, Marx`ı, Lenin`i ve bunların mirası olan dayatmaları” atalı yıllar oldu. Müslüman ülkeler hala “kabristanların bile doyduğu ilkel-kominal toplumlardan kalma vazgeçilmezlerin tavafında.” Wa heyfa! Zamana, mekâna, telef edilen nesillere yazık.

3-Sayın Cumhurbaşkanı`nın Sudan ziyareti; “Giden Şanlı Akıncı`nın ayak seslerini(!)” anımsattı. Orada; ümmet coğrafyasının “VAGON OLMAYA HAZIR MİLYONLARININ TEKBİR SESLERİNİ” duyduk.

*Tevhid`in Annesi HACER`in Akrabaları, gözlerimizi buğulandırdı. Türkiye büyükelçisinin, büyük mütefekkir âlim merhum Hasan Turabi`nin eşine, Sayın Cumhurbaşkanı adına verdiği Mushaf manidardı.

4-BM`deki Oylama:“Moğol askerine ok işlemez” diye inanan kimi Müslüman askerler teslim olur. Ormana saklanan bir asker de; “zaten viran olduk; Bağdat, Basra.. harap oldu” deyip gördüğü Moğol askerine bir ok atar ve attığı okun; saplandığını, hatta savaşçının diğer tarafından çıktığını görür. Görür ama “ba`d el-harab`ul Basra!” Basra harap olduktan sonra.

Bu açıdan; BM`deki son oylamada ABD`nin zelil olması; Çağdaş Moğol un; dünyanın “ötekileri, ezilen mustaz`afları” tarafından yenilmesidir. Başarı; Sayın Erdoğan`ın şahsında tüm insanlığındır. “İnsanlık onuru ve ortak akılla” buluşmaya ve dayanışmaya devam.

5-Kürt ve Kürdistan`ın selameti; israil sancağı veya Haçlı vaatlerinde değil, Ümmet ile dayanışmadadır. Batı; son intikam tugayı olarak Rojava`nın şahsında Kürt ve Kürdistan`ı seçmiştir. “Zulüm ve seküler fuhşiyatını” Kürtler üzerinden sunarak yine ortada bırakacaktır. Tarih bunun şahididir.

Gittikçe, ümmetle “duygusal bağlarını koparmaya” ve” ayrışmaya” yöneltilen Kürtlerin aşamadığı iki illet vardır.

a-Kardeşliğe çağıran Kürdistan`ın “camia, ulema ve dindar elitinin” tehdit olarak görülüp cezalandırılması. b-Bölge ülkelerindeki red ve inkarcı siyasal ve hukuki zemin.  CIA ve MOSAD`ı kınamanın anlamı yok. Anayasalardaki cahili-faşizan dayatmalar, düşman üretmeye yetiyor. “Yürüyorum/yürüyeceğiz dikenlerin içinden!” ama “Bu akl u fikr ile (de) Mevla bulunmaz!” vesselam.