Tarih üç şekilde okunur. Bunlar; “dün, bu gün ve yarının” tarihidir.
Yarınların tarihini okumak, kehanet gibi görünse de bu tarihe mevcut bazı ipuçlarından ulaşmak mümkün.
Suriye`ye davetsiz gelenlere bakalım.
Rusya: Hava, kara ve deniz gücüyle yerleşmiş ve hava gücünü tüm operasyonlarda kullanmaktadır. Rusya; Esed sayesinde “sıcak denizlere inmişken” Esed`siz bir Suriye düşünmemekte.
İran: Rusya`ya benzer bir konumda ancak kendine has kırmızıçizgileri vardır. Suriye; İran için artık “Şii Hilalinin batı sacayağını” teşkil etmekte.
İsrail sınırındaki Hizbullah yapılanması, İran`ın uç beyi konumundaki denge unsurudur. Bu da Esed rejimine bağlıdır. Resmi ve gayri resmi 60 bin savaşçı bulunduran İran; değişik yerlerdeki şii milislerin Suriye`ye “yönlendirilmesi, sevk ve idarelerinin” de merkezsini oluşturmaktadır.
İran`daki Esed`in bekasına harcanan kuvvet, İslam İnkılabının ilkesi olan Ümet/tevhid algısını gölgelemektedir.
ABD: Geçmişte işbirlikçi rejim ve kuklalar üzerinden yürüttüğü kadim menfaatlerinin peşindedir. Bunun yolunun da “istikrarsız, sürekli savaşan bir Ortadoğu`dan geçtiğine inanmakta. Bunun için de halk iradesinin tecelli ettiği bir Ortadoğu istememekte.
Menfaatlerini, halihazırda bölgesel aktörlerin sahnenin dışına attığı Kürtler üzerinden yürütmektedir. Rojava`da PKK/PYD üzerinden yaptığı tahkimat; ABD`nin, “muhafazakâr ve gelenekçi” Kürtler yerine, “Ulusalcı katı laik” Kürtlerle yürüyeceğini göstermekte ancak şimdilik!
AB ülkeleri: ABD`yle aynı konumdalar. İç savaşla beraber AB sınırlarını tehdit eden, iç istikrarını bozan göçler, AB ülkelerini, ABD`den biraz farklı düşünmeye zorlamıştır.
Diğerleri (Paramiliter) Savaşçılar: PKK/PYD hariç tutulursa savaşan tüm güçler İslamcı-muhafazakârdır. Bunlar; İran, Türkiye, Suud, Katar gibi ülkelerden en az birileriyle ilişkilidirler.
Aynı güçler; savaşı başlatan taraf olmadıkları gibi, barışı sağlayabilecek imkânlardan da uzaktırlar. Uzun sürecek bir direnişe de hazırdırlar.
Türkiye: “Güvenli bölge, sınırlarının güvenliği, Suriye`nin bütünlüğü(!)..” gibi sebeplerle savaşa müdahil olmuştur.savunduğu tezler; Suriye`ye müdahil olan çoğu güçlerin konuştuğu ancak yapmadığı tezlerdir. Astana Süreci`nde görüldüğü kadarıyla işi zor ama imkânsız değildir.
Arap ülkeleri: Öteden beri varolan örgütsel ve cemaatsel bağlar; güçlenen İran ve Şii Hilali iddiasının getirdiği endişe, Arapları işe dâhil etmiştir. Başı çeken Suudi ve Katar`dır.
Sonuç: Bu gün 64 ülkenin müdahil olduğu Suriye`de; Suriyelilerden çok yabancı savaşçı vardır. Her müdahil olan ülkenin de kendi ajandası vardır. Her bir ülkenin hesabı, diğerinin hesabını bozmaktadır.
Bu gün Suriye`de öncelik kazanan hesap; Suriyeli olmayanların hesabıdır. İran; her ne kadar Türkiye`yle diyalogu ağırdan alsa da kendisi de belirleyici bir aktör değildir.
ABD`nin Rojava`da, Rusya`nın da Şam`da çoktan vazgeçilmezleri oluşmuş; İran veya Türkiye`nin bunları aksine çevirmeye güçleri de yetmemekte.
İyisi; Türkiye, İran ve Suud`un ortak akılda birleşmesindedir o da şimdilik zor ancak imkânsız değildir.
Şüphesiz Allah “tuzak kuranların en hayırlısıdır” ancak tuzağa düşmüş mazlumların da buna layık olması lazım.
Bölgenin şartları; “gaybi yardımların” gelmesine de yakın.
Zalim var, zulüm var, geriye “eli kardeşkanına bulaşmamış” veya “tevbe-i nasuh etmiş şikâyetini Rabbine anlatabilecek yüzü olan mazlum” kalıyor. O da oluşmuş gibi.
Yardım Allah`tan, fetih yakın!”