İslam Ümmeti; 20. Yüzyılın hemen başında Osmanlının şahsında *cephede ağır yenilgiler aldı. İslam Coğrafyası, yenik dünyanın toparlanma sürecine girdiği sonraki dönemlerde *-sosyal, siyasî, ekonomik... alanlarda- da yenilgiler almaya devam etti. Bunlar; “az zamanda daha çok büyük/manidar yenilgilerdi(!)” Çünkü “dünya zenginliklerinin” kahir ekseriyeti bu coğrafyadaydı. Bunlar, “Yerlilere bırakılmayacak kadar önemliydi…”
Tam da bu yüzden İslam ümmeti iki çeşit yenilgi almalıydı! Aldı, aldırıldı, aldırılıyor!...
Anlayana sivrisinek saz; anlamayana Kâbe’nin esareti, Siyonist’in bombaları, Gazze’nin harabeleri de az!
Muharebedeki birinci yenilgide can alındı, can verildi!.. Bu, kınanmaz... Cihad Peygamberinin Ümmeti zaten “İki güzelden biri, zafer veya şehadet” için savaşır hatta yarıştığı halde bir avuç Siyonist’e karşı bu zillet neden?
Bu Ümmeti; cihat ve destan diyarı Afganistan’a girdikleri gibi değil, zilletle çıkan küresel Üç Dinozor (İngiliz, Rus, Amerika) da iyi tanır! Belki de bu yüzden sömürgeci emperyalistler; “cephedeki yenilgilerimizden” çok cephenin gerisi ve sonrasıyla yani asıl cephe olan “sosyal, siyasi, ekonomik.. cephelerdeki yenilgilerimizle” ilgilendi!
Bunun için Türkiye Cumhuriyetini, Ümmetten millete giden süreci okuyabilmek önemli! Çünkü bizde yaşanan sürecin aynısı hatta tıpkıbasımı diğer Müslüman ülkelerde de yaşanmıştır, yaşatılmıştır, yaşatılmaktadır! Zinhar biline..
İşte manzara:
Dört yılık Kurtuluş Savaşı sırasında muharebe meydanlarında toplam şehit sayısı: 9167 kişi (662 subay ve 8505 er). Kurtuluş Savaşını kazanan millet; Kurtuluş sonrasında 250 bin şehit vermiştir. Anadolu halkı; kutsadığı kişi, kurum ve değerlerini bu elim süreçte kurban vermiştir(!)… “Giden Şanlı Akıncı ne gün döner yurduna” özlemiyle geçen asırlık sürecin özellikle ilk yarıda Üç Alilerin Yargısı’nın olmayan adaletiyle ağır bedeller ödemiştir!
Peki, ne olmuştu?
Ankara’da yeni hükümetle Teşkilat-ı Esasiye ve Men-i müskirat kanunu.. Velakin 3-Mart 1924 Halifeliğin kaldırılması. Hilafeti isteyen, Lozan’ı eleştiren meclis ve anayasanın... Yargıda Kur’an-Sünnet merkezli yasa, tüzük ve yönetmeliklerin… kadim tedrisatın tenkili istenmişti(!) Şapka Kanunu’nu(1925); Tekke ve Zaviyeler ivediydi(!) Ya İstiklal Mahkemeleri ve Şark Islah Planı… Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklikler… 1925–1935 sürecine yayılabilirdi! Nihayet Medreseler (1926) ve Harf İnkılabıyla (1928) Dünyanın Hakimleriyle olan sorunumuz bitecekti(!) ama…
İlk heykel mi?
Tartışılsa da İstanbul belediyesince Viyana’da döktürülüp Sarayburnu’na diktirilen (1926) H.Krippel'e ait heykel(1926) tezi revaçta! İlk yerli heykel mi? O bahiste ulema ihtilafta, rivayet muhtelif…
Derken; mazi artık karanlık ve uzaktı(!)..
Bunlar; İslam ülkelerinin tümünde bir şekilde yaşanmış/yaşatılmış sergüzeştlerdir.
Budur Gazze yanarken koca bir ümmetin sesinin kesilmesi! Bundandır Kudüs-Aksa işgalcisi israil’in elçiliklerinin kapatılamaması! Bundandır “İşgalci israil; bebek katili Netanyahu; soykırımcı terör devleti; bunların hesabını bir gün ödeyecekler…” diyen Halkı Müslüman Devlet, hükümet ve Liderlerin Netanyahu’nun ağzına bakarak konuşmaları! Bundandır Gazze’ye su bile götüremeyen Ümmetin zilleti! Direniş Cephesi’ni cezalandıran, direnişçilerin sırlarını Siyonist’e ihbar eden M. Abbas’ı Mecliste konuşturmamız da bundan! İHA/SİHA’lı orduları kardeş kavgasında aslan, Siyonist’e ceylan yapan; petro-dolarları yerliye zehir, Siyonist’e iksir yapan da budur!
Koca bir Ümmet; zenginliklerinden nemalanamıyorsa; Avrupa’nın azami 150-200 bin liraya bindiği araca iki-üç milyona biniyorsa; devletinden korkuyor, adaletinden ürküyorsa.. Sömürge bitmemiş demektir!
Bu Ümmet; “Cehalet, zarûret, ihtilâfın eseridir! Bunlara karşı san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad...”(R. Nur)
Bunun sonu da kutlu Şafaktır ki; “Soluk soluğa koşanlara! Kıvılcım saçanlara! Şafakla baskın yapanlara! Tozu dumana katanlara! Derken, düşman topluluğunun ortasına dalanlara… ANDolsun!” (Adiyat:1-6) Vesselam.