Anadolu, karşılıksız sevdanın yurdudur. Halkı ise bu sevdanın bağrına taş basan âşıklarıdır. Fazla naz âşık usandırsa da bu halk, gerekirse o nazı da çeker..

Bu naz; marazı doğurur, Hakk’a ve halka zarar verirse yani Gayretullah’a dokunursa iş değişir. İşte o zaman usanmanın da ötesine geçer, ceza keser!

Cezanın siyasi boyutu mu? Siyasi tarihimiz şahittir. Önce siyasetin yerel cenahına ceza keser. Bunu, yol yakınken dönsün, kendine gelsin diye yapar.

Bu cezayı, bulduğu ilk fırsatta Milli Şeflerin Cumhuriyet Halk Fırkası’na kesti. CHF, Anadolu halkının 13 asırlık tarihiyle, din ve değerleriyle zıtlaştı durdu. Bu halkın güneşi Şark’tan, CHF’nin Garp’tan doğdu. Yani güneşin battığı sefih şûh diyarlara yöneldi.

CHF elbette Müslüman coğrafyalarla savaşmadı ama dost da olmadı. Törenleri, şölenleri; dernek, düğün, bayramları… halka hitap etmiyordu. Müslümanın oyuna, gâvurun düzenine oynuyordu. Yani Müslüman mahallesinde salyangoz satıyordu.

Anadolu’yu işgal etmiş, yakıp yıkmış Yunanın Trikopis’i Milli Şef’in şeref konuğuydu. İngiliz bürokratları, sömürge valileri gibi ağırlandı.

Halk Fırkası; sekülerin ötesinde postmodern sekülerizmdi. Yani Batıdaki tanımlara da uymayan bir sistem, yasa ve yönetmelikler halka dayatıldı. Batıda halk, bizde devlet kutsaldı. Batıda devlet, bizde halk hizaya getiriliyordu. Zaten dokunulmaz olan liderler bir de yasa ile korundu..

Batı’da dünya siyaset müzesindeki istirahatgahındaki yerini çoktan almış “kurtarıcı, lider, yasa ve tüzükler” İslam diyarında hala hayatta.. Aslında mevta ama defnedemiyoruz çünkü birileri ölmediğine inanıyor. Konuşamıyoruz, dokunamıyoruz.

Halk Fırkası; halka rağmen işte bu siyaseti yürüttü. Yürüdükçe battı.

Yerliydik, milliydik.. Şikâyetimiz vardı. “Yav kardeşim bu iş böyle olamaz..” dedik. Çok düşüp kalktık.. Cilve-i siyaset bu ya! Şimdi o bataklıklarda Bizim Çocuklar dolanıyor.  

Peki, ne oldu? “Dindar Türkiye” diyen; “Kudüs, kırmızı çizgimizdir… Biz düşersek Gazze düşer..” diyen “Bizim Çocukların(!)” o çemberde debelenip duruyor! Dert ve dersimiz olmuş mu?  Hayır!

İlerleyin beyler, geriye doğru!

Gazze, ekonomik kriz, adaletsizlik halkın gündeminden düşmüyor. Özellikle küresel vicdanın meydanlara taştığı Gazzemdeki katliama paralel olarak -iman ve izana inat- artan ticaretimiz Gayretullah’a dokunuyor!  Cumhurbaşkanı; Gazze’de; “görmediğimiz, bilmediğimiz, kendisinin de söyleyemeyeceği şeylerden” bahsediyor ancak şeriat; zahire bakıyor. Zahirde de birileri(!) aklımızla alay ediyor ya da intihar ediyor!

Türkiye, dünyada ve Müslüman ülkelerin nezdinde büyük bir devlettir ama büyüklük, lafla değil, icraatla olur!

Bizim çocukların; bizi ve kendilerini düşürdükleri hale bakın! İşte:

*15 Temmuz İhanet Darbesinin koordinatörlerinden “Rahip Bronson asla teslim edilmeyecekti.” Trump’ın “Türkiye’yi ekonomikmen mahvedeceğiz..” sözlerinden sonra teslim ettik?

Adalet bakanı; ”Sayın Cumhurbaşkanı, kediyi linç edenin tekrar yargılanması için aradı..” diyor. Bu hassasiyet önemli ama Gazze’nin, gâvurun meydanlarını inleten feryadına duyarsızlığımıza ne denmeli?

“Dine, İslam şeriatına hakaretten” yargılanan terörist, mahkemeden çıkarken; -zafer edasıyla- “Tekrar söylüyorum: Sizin dininize de şeriatınıza da..” deme cüretini kimden alıyor?

Sosyal medyada kutsal kitabımızı tekmeleyen teröristin serbest kalması; Mustafa Kemal’in resmine yorumlar yapanın hapse atılmasının izahı nedir?

Tarihe mal olmuş liderlere saygı esastır ama hükümeti temsil makamındaki zevatın -ispat-ı vücut yaparcasına- “Atatürk bizim kırmızı çizgimizdir..” demesinin zarureti nedir?  Seküler, LGBTİ cephenin tanımlayıp dayattığı Kemalizm’in makul bir tanımı yapılamaz mı?  

İhvan, Doğu Türkistan, Çeçen muhacirler.. neden cellatlara iade edildi; yayınları neden kapatıldı?

Bizatihi Cumhurbaşkanının Miçotakis’le karşılıklı doğum gününü kutlamasının zarureti ve anlamı nedir?

Yemenin, Gazze’ye çare olur diye tıkama noktasına getirdiği Kızıldeniz Ticaretinin alternatif güzergâhı için düşünülen; “BAE, Suud, Ürdün” veya “Basra, Güney Kürdistan, Türkiye, Avrupa” güzergâhının inşasında rolümüz nedir?

Asgari dörde bölünmüş Kürt ve Kürdistan’ın en küçük kazanımını dahi tehdit olarak algılama; buna karşı “yerel, bölgesel ve uluslararası arenada hissedilir hassasiyet ve refleksler” gösterilmesinin izahı nedir?

Halkın beklentileri, Türkiye’nin gerçekleri ortadayken; ülke seçim arifesindeyken; bir savaşın acil ihtiyaçmış gibi işlenmesinin anlamı nedir?

Bu soruları artırmak mümkün ancak “..Pes süxen kûtâh bâyed vesselâm”(O halde sözü kısa kes Wesselam)!

Ha! Seçim, sandık, rey mi? Onlar Gazze’de ve Diren Gazze’m! Vur HAMAS!.. Wesselam!