7 Ekim’den beri Gazze’den bakıyorum. Nereye mi? Hayatla ilgili ne varsa oraya ama Gazze’den! Devletlere, millet ve cemaatlere, camia ve STK’lara; havaya, ışığa; şeref ve izzete, insanlığın Adem’den biriktirdiği tüm kazanımlarına bakıyorum. 

   Dünyaya bakıyorum; dünyadan kâinata bakıyorum. Kâinatın derinliklerine bir HİÇ olan Dünyaya, buradaki her şey olan bir yere! 

   Yıl 2024. Tayy-ı mekan, bast-ı zaman nedir bilmem ama 7 Ekim’den sonra 105 gündür Filistin’im yanıyor. 

   Yeryüzünde bir azınlık, azınlığın da azınlığı yeniden Eşref-i Mahlukat oldu. Harabelerin içinde umut ararken, tünellerin derinliğinde ışığı ararken, toprak seccadelerde miraca çıkarken, oradan postmodern küfür ve şirkin çelik zırhlı tabyalarının içine Hasbunallah inerken çok şeyler oldu, oluyor! 

   Nebi gelmedi, vahiy inmedi. Nemrut veya Firavun putlara çağırmadı; ama dünya, bir gece ansızın iki taraf oldu. 

Mekân Filistin, mevzi Gazze oldu. Devletlerin kahir ekseri mağrur Amerikalı Siyonist, bir kısmı da Gazzeli Mahkûm oldu. Halklar meydanlara, hükümetler kapitalist gani mekanlara doldu. 

   Vicdanlar kanıyor, gururlar yerde sürünüyorken insanlık yine düşündü hala da düşünüyor. Özellikle Müslüman ümmeti tekrar düşündü, gece ve gündüz düşünüyor… Özellikle İslam’ın şartlarına iman etmiş etkili ve yetkililer, siyasetçi ve bürokratlar özellikle Müslüman halkları yöneten iktidarların hali içler acısı. 

   Kıvranıp duruyorlar. İman ile küfür arasında, izzet ve zillet arasında, bir türlü vazgeçemedikleri ticaretleri ve kanayan vicdanları arasında; oy istedikleri halklarıyla Siyonist suç ve günah yapıları arasında yaşadıkları kararsızlık. Durum vahim, tarifi zor bir işkence. 

   Gazze’de ikiye bölünen dünya, makamda da ikiye ayrıldı. Dünyada izzet veya zillet; ahirette cennet veya cehennem. 

   Sebebi ortada. Siyonist Terörün toplanma kampına döndürdüğü Gazze’deki soykırıma seyirci kalalım ve bir de insan olduğumuzu iddia edelim. Yok öyle yağma! 

   Siyonist ile Müslümanlık-insanlık, ateşle barut gibidir bir arada olmaz. Olursa, illa ki birinde bir sahtelik vardır. 

   Gelelim spor ve sanat dünyamıza.

   Bu adamların kim ve ne olduklarını elbette kendileri iyi bilir ama şeriat zahire hükmeder ve zahiren bu camianın kahir ekserinin dünya ve iç kamuoyuna verdikleri görüntü İslami değil, vicdani hatta hayvani bile…

   Gazze’deki dert ve dava kabul edilsin veya edilmesin ancak O artık küreseldir. Irk ve inançların ötesinde dağdan inen bir çığ misali büyüyerek insanlığın iman, iz’an, değer, kutsal ve vicdanına bahar çiçeklerini aşılayan bir tufan esintisi... Sinagogların altındaki pedofilik zulaları yıkmış, dünyaya bahar getirecek. 

   Dünyanın milyarları bu baharın masum; ama mahkûm muştusuyla sokaklarda. Yüz binler, milyonlar haykırıyor: ‘Kahrolsun Siyonizm! Denizden nehire kadar Filistin’e özgürlük! Toplanma kampı Filistin. Bebek katliamı, soykırım…”

   Mahşeri kalabalıkların Filistin’in sesi olmaya çalıştığı böyle bir dünyada her yıl nice ödüller alan sanat dünyası ve sanatçılar nerde? Neden sesleri duyulmuyor? Ay hatta yıllarını vererek hazırladıkları güfteler, besteler neden özellikle Siyonist teröre dokunmuyor? 

   Medyada, ekranların önünde parmaklarının ucuyla dokundukları çocukların acı gülümsemesinden, kucağına alıp okşadıkları kedilerden, finolardan biliriz.

   Ya spor camiası? 

   Seküler Siyonist sermayenin hâkim olduğu devletlerde spor ve sanat camiası, hakim zihniyet ve iktidarlara göre pozisyon alıyor. Siyonizm’i masumlaştırıyor, idrakimize dayatıyorlar. Suç ve günahlarına ortak oluyor. 

   Sorun, bizim mera ve cayırlarımızda yemlenen spor camiasında. 

Malum Türkiye’de spor kulüpleri dernek statüsünde. Federasyon Denetim Kurulları da bunun denetimini sağlar. Hal bu iken sporda özellikle de futbolda, durumdan vazife çıkaran kimi kişi ve yönetimlerin maksadı nedir?    

   Avrupa’da bile Gazze’nin dramını, Siyonist’in lanetini haykıran stadyumlar, bizde neden tersine işliyor. Siyonist katliamı ve Türkiye’nin buna karşı duruşunun sesi neden kulüplerde, sahalarda, stadyumlarda yoktur? 

   Hasılı spor ve sanat dünyamızın halkın değer ve hassasiyetlerini her vesileyle gözetmesi şarttır. 

   Bu sahalarda israili rahatsız edecek en ufak bir sesin dahi çıkmaması, çıkan seslerin dışlanması hatta cezalandırılması; bu sahadaki karanlık yapıların etkin olduğunun delilidir. Futbol sahasındaki nice değeri itibarsızlaştıran, nicesini daha yarı yolda sahanın dışına atan; yerli markaların yetişmesini engelleyen; sporu siyasi emellerine, küresel suç ve günah odaklarına alet eden daha da vahimi Siyonizm’in değirmenine su taşıyan bu camianın yerlileşmesi bir zarurettir! 

  Soru ve sorun şu: Müslüman ülkelerdeki spor ve sanat camiası neden İslami hassasiyetlere saygılı olamıyor? Neden, hangi güç ve yetkiyle hasım cenahlarda konuşlanıyor?

  Bu vesileyle; ABD’de bile polisin baskınına uğrayan; suç, günah, cinayet ve haramların membaı olan Sinagogların emniyet birimlerince sıkı bir aramadan geçmesi dileğiyle vesselam!