Sömürgecilerin tasfiye ettiği imparatorluk mirası üzerine kurulan Yeni Türkiye Cumhuriyeti, bir müddet imparatorluğun mirası olan “halifelik” kurumuyla yoluna devam etti. Cumhuriyet Treni henüz hareket etmemişken ilk yasasının; Men-i Müskirat/ İçkinin Yasaklanması Kanunu ( 28 Haz 2021) olmasında da bir beis görülmedi. Çünkü bin yıllık kültürü; daha ilk kalkışta ürkütmenin anlamı da yoktu.
Tren, Garbın afaklarına gidecekti. Bu kesindi ancak; “Tîz-reftar olanın payine damen dolanır” kavlince, önce trenin mürettebatı teçhiz edilmeliydi.
Din ve devleti tehdit eden, Ümmetin tekmil zenginliklerini talan eden laik kapitalist Batı hala düşmandı. Öyle olması da gerekirdi.
Nasıl olsa bu tren kalkacak. Abdülhamid’in ne zorluklarla döşediği Kudüs’e hatta Haremeyn’e gitmeyecekti. Şark Express’i makas değiştirecek; daha dün savaştığımız Ecnebi diyarlara gidecekti. Gitti de!
Yanık türkülerimiz ne kadar alakalı bilmem ama “Gidiyoruz gündüz gece”
Bir yanda Halife’nin İstanbul rıhtımında bindiği İngiliz gemisi öte yandan Haydar Paşa’dan Garbın sefih, bohem sarhoşluğuna kalkan Şark Expres’i! İkisi de Garbın afaklarından bahsedecekti.
Artık vakit tamamdı. “Han sarhoş, hancı sarhoş/ Yolda yabancı sarhoş..”
Bu hengâmede yapılan inkılaplar, yapılacakların da habercisiydi. İnkılapların adları ve tarihleri manidardır. İşte:
Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923) Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924), Şeyh Said Kıyamı (Nisan 1925), Tevhid-i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924), Şapka ve Kıyafet Kanunu (25 Kasım 1925), Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması (30 Kasım 1925), Medeni Kanun (17 Şubat 1926), Harf Devrimi (1 Kasım 1928)… vb.
Atı alan Üsküdar’ı geçmekteydi belki de geçmişti. Borun pazarı da.. Memurum işini bilmiş hem de pek bilmişti.
Hicaz’a giden Expresi bekleyenler nafile bekleyecekti. Esasen Hicaz da esirdi.
“Kara tren gecikir belki hiç gelmez/ Dağlarda salınır da derdimi bilmez/ Dumanın savurur halimi görmez/ Gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez”
Çok mu karamsarım, abartıyor muyum bilmem ama Anadolu halkı; geçmişe olan özlemini her vesileyle belirtmiştir.
“Giden Şanlı Akıncı ne gün döner yurduna” dizeleri Sessiz Çoğunluğun tercümanıdır, kimliği ve kişiliğidir. 15 Temmuz FETO Casusluk Darbesine kadar her 5-10 yılda yaşanılan darbeler, aradaki balans ayarları.. bunun bariz örneğidir, şahitleridir.
Buraya kadar tamam ama hep karşı cenahı yermenin yanlış olduğunu, en azında yetmediğini peşinen söylemeliyim.
Türkiye’de Cumhuriyetle beraber Anadolu’yu altüst eden Batıcı dalga ve seküler dayatmalara rağmen Anadolu halkı; maziden vazgeçmediğini, öze dönüş çabasında olan parti ve camiaları sahiplendiğini -en azında- seçim sandıklarında göstermiştir. Batılı değerlerle yola çıkan siyasi yapılara yol vermemiştir. Bir başka deyişle Aziz Anadolu halkı; tüm eksikliklerine, uğradığı red ve inkâr, imha ve infaz, asimilasyon ve dejenerasyonlara karşı kendince bir duruş sergilemesini bilmiştir.
Mesela Milli Şeflerin CHF’sine karşı Merhum Menderes’in DP’sini iktidara taşıdı. İdam ve infazların karabasanların kol gezdiği Anadolu’da Risale-i Nur’un şahsında Bediüzzaman’a, zindan ve sürgünlerine sahip çıkmasını bilmiştir. Mücahit Erbakan’ın dehasını keşfetmiş, Akıncılarını kutsamış, Milli Görüş’ünü iktidara, D-8’le de Ümmetin gündeminde konuşlandırmıştır. Barındırdığı hafriyat ve malazlara rağmen değerleri “binaenaleyhlerle..” öteleyen İslam köylü Süleyman’ı da Milli Şeflerin has varisi saydığı Sol yapılara karşı iktidara taşımıştır. Merhum Turgut Özal; 1982 Darbesinin TSE’li atanmışları dayattığı dumanlı ortamın yerlisiydi. Aynı Sessiz Çoğunluk; o keşmekeş içinde renk, tarz, ruh olarak Yerlilik arz eden Merhum’u da seçmesini bilmişti.
Özal’ın ani ölümü; halkı Eski Türkiye’nin ret/inkârcı, zorba ruhuyla baş başa bıraktı. 28 Şubatla taçlanan bu Cahili Zındıka Dönemi; “üniversite ve kamu kurumlarındaki Buzul Çağı yasaklarıyla, Yeşilli Beyaz Toroslarla, JİTEM, 17 bin faili meçhul dosyayla, infaz ve suikastlar, hapislerle..” Türkiye’yi en geriye götürmenin adı ve adresi oldu.
Ülke, on yılarca geriye gitti. Gözyaşı ve karartılan hayatlarla bir nesil heba oldu ama Karanlıkların istediği olmadı! Halk; bu karanlıkların “Muhtar bile olamaz” dediği Erdoğan’ı buldu, akladı. Milli Şeflerden beri uğradığı kayıplarını telafi etsin, korkularla yüzleşsin, korkuların üzerine gitsin, ezber bozsun, karşı değişim ve dönüşümün adı ve adresi olsun.. diye iktidara taşıdı.
İşte soru ve sorun da burada!
Sayın Cumhurbaşkanı; Kürd ve Kürdistan dedi. Dersimde soykırım.. Özür dilerim dedi. Çözüm Süreci başlattı. Halkı her defasında acınır hale getiren Darbecileri acınır hale getirip sorguladı, hapsettirdi. Şii-Sünni değilim dedi. Şeyh Saitleri konuşmasa da Ahmet Kaya, Yılmaz Güney, Nazım Hikmetleri konuştu… Saygıyı da hak etti.
Bütün bunlar olurken; korkularıyla yüzleşen Türkiye’yi kim tutabilirdi ki! Zaten Çiçek dalında güzeldi. Gerçekten güzel şeyler oluyordu.
Otobüse binmiş ilerliyorken; Sesiz Çoğunluklara, kurum ve kuruluşlara en gerideki koltukları gösteren Paralel Meçhul Muavinin sesiyle irkildik! Aman dikkat.. Vesselam! (Devamı gelecek)