İttihadul Ulema’nın koordinatörlüğünde 30 Eylül-1 Ekim-2023 (H.1445)’te Amed, İTTİHADUL ULEMA genel merkezinde “8. Âlimler Buluşması” da nihayete erdi. Ne mutlu, hayırlı ve nice hayırlara vesile olsun. Tespitleri; “dert, ders ve nasihatimiz” olsun! İlahi âmin.

15 maddede özetlenen sonuç bildirgesi, bugün İslam Âleminin içinde bulunduğu hezimet, çöküş ve dramları, derin projelerin özetiydi.

O Kamemiz; var olun! Daim, kaim, muktedir ve nihayet iktidar olsun İlahî!

Sonuç bildirgesinde; Müslüman her ferdin, camia ve cemaatin, siyasi partiler ve hükümetlerin hatta devletlerin bizatihi kendileri için alacağı vazifeler, çıkaracağı dersler, üzerinde düşünüp çalışacakları yaralar ve yol haritaları verilmiş.

Zannımca İttihat; bilgi, birikim ve tecrübe olarak kendisini bu “iş ve maliyetlerin” çözülebileceği adres olarak da görme yolundadır.

Bu, tabi ki büyük bir iddia, zor iş, riskli bir güzergâhtır.

Bir kere İslam Uleması genel anlamda bulunduğu zemin ve zamanın hâkimi değildir. Bu, işin en büyük eksikliğidir.  

Büyük bir iddiadır çünkü son 150 yıldır başlayan Batılılaşma ardından da karabasan gibi Vahyin coğrafyasına çöken sekülerleşme salgını, ml’min milyonları ikna etmese de kadim tanım ve doğrularını seküler cilalarla te’vil edebildi; Sağdan yanaşan şeytan misali “ama, fakat, lakinlerle..” şaibeli, dumanlı alanlara taşımayı başardı.

İslam ülkelerindeki İslam’a PARALEL gelişen/geliştirilen yeni din, helal-haram ve ahkam-ı şer’iye tanımları; masum gözükmediği gibi zenginliklere el koyan küresel sermayenin PARALEL Yapılarının ayak sesleri hatta yapı taşları görünümündedir.

Âlimler Peygamberlerin varisleridir ama işleri klasik küfür ve şirk dönemindekinden daha zordur. Avantajları da vardır. “Sahip oldukları yüksek maneviyat, beslene geldikleri temel kaynaklar (Kur’an, sünnet..), sessiz milyonların teveccühü ve davalarındaki fıtrata uygunluk” birçok eksikliklerini telafi edebilecek zenginliktedir.

Bu zenginlik de yetmez. Çünkü karşı cenah, modernin de ötesinde post modern cahiliyedir. Zamanın “suç, günah, teknoloji ve bunların neticesinde icad edilmiş haram nimet ve lezzetleriyle” sersemlettiği, gaflet ve delalete sürüklediği bir zemin ve zaman vardır. Buraya, “Nur Yolu’nu” anlatma gibi görev söz konusu. 

Üçüncü olarak Ulemanın işi riskli bir güzergâhtadır. Son 150 yılda bu güzergâhta ağır bedeller ödendi. Riski en aza indirmek için nice tarz ve taktikler denendi ama…

“Hâlletmediler bu lûgazın sırrını kimse/ Bin kâfile geçti hükemâdan fuzalâdan”(Ziya)

Postmodern küfür ve şirk; doğrusu Tevhit Davasına boyun eğdiremedi. Sunduğu sahte vaatlerine de inandıramadı. Tevhit Davası; yılmadı, yıkılmadı ama ağır yaralar aldı.

Örneğin; bugün Şeriat-ı Garra’nın gerekli olup olmadığını tartışan bir ilahiyatçı güruhu artık var. Bundan da acısı; Deist anlayışın, dijital teknolojinin sanal bombardımanıyla zehirlenen bir gençlik var. Yani eğitimi kontrol eden bir cahiliye var.

Medrese ve ulemanın anlam ve önemi de burada ortaya çıkıyor.

Hâsılı ulema ve kadim medrese kültürü sağlam bir zemine oturtulursa, yukarıda saydığımız şu cahiliye israflarının alayı anlamını yitirir ama mevcut ulemanın da “Kendini kınayan NEFS’e AND olsun!” hükmü çerçevesinde bir özeleştiriye ihtiyacı var.

Acil ihtiyacımız; mekteple cebelleşmeyen bir medrese; medreseyle hesaplaşmayan bir mektep kültürüdür.

Bu kavga zaten mevcut cahiliyenin bize dayatmasıdır. “Aydınlar, mektep, bürokrat, filozof..” tipleri bu çağın gerçekleri hatta kimi zeminlerde ise kutsallarıdır. Tanzimat sonrası gelişen bu tipler; mazinin “evliya, enbiya, veli, Alp-eren, derviş, şeyh, ulema..” tiplerinin yerini aldı.

Bunları nasıl yaşatacağız, yaşamaması gereken israfları nasıl itlaf edeceğiz? Doğrusu bu müşkül bir iştir. Tabi ki vardır bir çözümü.

“Bu acib asırda ehl-i iman, Risale-i Nur'a; ve ehl-i fen ve mekteb muallimleri Asâ-yı Musa’ya şiddetle muhtaç oldukları gibi, hâfızlar ve hocalar dahi Zülfikar’a şiddetle muhtaçtırlar.”(R. Nûr)

Risale-i Nur, iman hakikatlerine giden kaledir. Asa-yı Musa; Firavun ’un sanal hilelerini yenmiş ilim irfandır, fendir, bilimdir. Zülfikar, nice kibir, zulüm abidelerini cehenneme yollamış Şah-ı Merdan’ın kılıcıdır ki cesaret ve azamettir! Hak Mübarizlerinin silahıdır.

Bu imkân ve kabiliyete götürecek iman, iz’an, imkanların temennisiyle wesselam.