Şark Kültür ve Medeniyeti; Hicretten(622) Osmanlı’nın imzaladığı Karlofça Anlaşması (1699)’a kadar Batı Medeniyetine karşı ileri hareket ve harekâtını sürdürdü. Bu baskın medeniyetin adı İslam’dı.
Bu ilerleyiş; o gün için pek cazibesi olmayan alanlar (resim, heykel..) hariç hemen tüm alanlarda olmuştur.
Batının çok arzuladığı Doğu Avrupa, Kuzey Afrika, Hicaz ve çevresindeki zenginliklere askeri seferler düzenleyememesi, düzenlenen seferlerin yenilgiyle sonuçlanması; bunun akabinde denizaşırı keşiflere, Batıya; koca Afrika’yı alttan dolanması.. bu çaresizliğinin bariz göstergesidir, neticesidir.
Esasen yıkıcı Moğol İstilası ve Haçlı Seferlerinin ardında da yine İslam kültür ve medeniyetinin ihtişamı ve zenginlikleri vardı. Gidip zaferler kazanacaklar; Müslüman diyarların muazzam zenginliklerine konacaklar… Zengin, mutlu elitler olacaklardı ama olmadı.
Yenilmez güç denen Moğollar, muzaffer girdikleri İslam kültür ve medeniyeti içinde daha ilk yüzyıl içinde değişti, dönüştüler. Uzak Doğu’nun şirk temelli cahiliyesinden eser kalmadı. Örneğin Altın Ordu devleti, Rus Steplerinde, İslam taşıyıcısı olmuş, Cengiz’in Şamanizm’inden eser kalmamıştı.
Timuçin (Cengiz)’in her biri ayrı bir korku olan diğer oğulları; Ögeday, Tuluy, Cuci, Han, Alakay Beki, Tümelün’ün, Şamanizm’in şahsında sahiplendikleri medeniyetler, Kevser Havzı’nın değişim ve dönüşüm iksirinden içmekten kurtulamadı.
Haçlıların durumu de bundan farklı değildi. Kurdukları Kontluklar, Site veya Kudüs merkezli devletler tutunamadı. Bir Batı yapımı olan Kral Artur filmiyle destan yazmaya çalışan Batı; Selahaddin’in “bilgi, birikim, askeri ve siyasi dehasını” gizleyememiştir. Filmin her sahnesinde; Sultan Selahaddin’in şahsında İslam’ın hoşgörü, tolerans ve merhameti anlatılmıştır. Tabi ki Bu Haçlı devletçikleri; Avrupa’dan endüljans (Cennet bileti) pusulalarıyla sürekli taşınan taze güçlere rağmen taban bulamamışlardır.
Amacımız Moğol ve Haçlı güçlerinin bir hiç olduğunu ispat değildir. Maksat; bu güçlerin, tüm imkânlarına rağmen taşıdıkları kültür ve medeniyet hatta edebiyatlarıyla, en uç bölgelerdeki İslam Kültür ve medeniyetini gölgeleyecek bir varlık gösteremediklerini izah etmektir.
Emperyalist Batı; Uç Bölgelerdeki farklı medeniyetlere ait devlet yapılarını, kültür ve medeniyetleri; kendi kültür ve medeniyetinden aldığı manevi üstünlük ve adaletiyle yenememiş. Alt ettiğine dair bir delil de yoktur.
Kıtaları; keşif ve işgalle zapt eden Batı; bu kadim kültür ve medeniyetlerin din, dil ve kültürlerini bizatihi “red ve inkârla, infaz ve imhalarla, nihayet soykırımlarla” yaşam sahnesinde susturmuş veya imha etmiştir.
Astek-İnkalar, Kızılderililer, Afrika ve Asya’da yaptıkları bunun bariz örnekleridir. Sözüm ona samimi davrandıkları, mazlumiyet ve mağduriyetleri üzerinden geçindikleri Kürt ve Kürdistan Meselesi ’ne de Afrika ve Amerika Yerlilerine yaptıklarından farklı bir şey yapmamışlardır. Nice tahrik, teşvik ve vaatlerle kan ve ateş sahnesine sürdükleri mazlum Kürt halkının, Yerli İşbirlikçiler tarafından maruz kaldığı “red, inkar, asimilasyon ve imha..” planlarındaki en büyük pay, şüphesiz aynı Sömürgeci Emperyalistlerindir.
Örneğin; Mahabad Kürd Devletinin, Zilan, Dersim, Halepçelerin yaşadığı soykırım ve facialar aslında zamane hâkimlerinin “olmaz” demeleri durumunda gerçekleşmeyecek olaylardı. Çünkü bu cellat rejimlerin hamileri de zaten kendileriydi.
İşte mesele bu: Batı; mümkün maceraya atılıyor. Karşı tarafları da imkânsız kıldığı maceralara sürüklüyor. İmkânsızın içinde üst düzey ticaretin ayarlarını kuruyor. Katile katliamlar yaptırıyor. Akabinde de o imal ettiği katili cezalandırarak iyi insan rolüne de giriyor.
Mesela Halepçe’den dolayı Saddam’ı idam etti. Mahabad’ı yüzüstü bırakarak İran’dan “tarım, ticaret ve madenlerin kullanım haklarını aldı. Türkiye’de de daha karlı ticaret ve kazanımlar kotarıldı.
Batı’nın kültür ve medeniyeti işte budur. Halkı Müslüman ülkelerde Yerlilere, azınlıklara veya etkinliği kırılmak istenen kadim milletlere uygulanan taktik ve projelerin kaynağı da Batı Faşizminin bizdeki yetmelerdir.
Sonuçta Batı ve Yerli İşbirlikçilerinin sevk ve idare ettiği Vahyin Topraklarındaki Yerli İşbirlikçilerinin alayının kutsayıp Yerlilere dayattığı siyasal yapı; “çağdaş, laik, demokratik, modern, dijital, sanal, postmodern hukuktur.…” Yerli İşbirlikçilerinde uygulanan ise bunların ucube hayaletleridir ki Hamilerine rahmet okutur…
Doğu(İslam Ülkeleri), son yüzyıldır işte bu canavarın takipçisi. Bu “Muasır medeniyet seviyesine hatta üstüne çıkmaya” çalışıyoruz. Çıktıkça civarı değil, daha alçakları, aşağıları hatta çukurları görüyoruz. İnadına daha da gidiyoruz amma…
“Yükseldik sanıyoruz, alçaldıkça tabana!”(nfk) wesselam.
(Devamı: Ne yapmalı)