Arab Baharı aslında bir İslam Baharıydı ve Halkı Müslüman Ülkelerde miadını doldurmuş rejimlere karşı sabrı tükenen halkların başlattığı bir başkaldırıydı. Zorba, despot ve Emperyalist Batı işbirlikçisi rejimlere, bu rejimleri idare eden mutlu azınlıklara karşı başlamıştı.
Halk ve iktidardakilerin karşı karşıya geldiği bu kapışmada halk, ezici çoğunluktu ama yalnızdı. Bu yalnızlığa rağmen despotların tahtı yıkılıyor, asgari yarım asırdır halka kan kusturan zorbalar bir bir başka ülkelere kaçıyordu. Zeynelabidin bin Alisi, Mısır’ın Hüsnüsü, Kaddafi, Ali Abdullah.. Şükür saymakla bitmez. Bu zalimler ya kaçmışlardı ya teslim-i silah etmiş ya da canlarından olmuşlardı.
Sıra, en azılı katilin bulunduğu Suriye’deydi. Esed’in düşmesi an meselesiyken dışarıdan müdahale geldi. Müdahale tabi ki halkın iradesineydi.
Zalimlerin saltanat sarayları yıkılmaktaydı. Halk, mazide nice destanların ilan edildiği meydanlarda ağır bedeller ödüyor, büyük destanlar yazıyordu
İşin buraya kadar olanında dramlar yaşansa da gurur sahneleri de vardı. Halk, adım adım hedefine varmaktaydı. Başını Türkiye’nin çektiği kimi lider ve hükümetler tavrını halktan yana belirliyor, meydanlarda katlolan binlerce masumun hak ve hukukunu savunuyordu.
Bu süreçte, halkı zalim idarelere karşı savunan, cesaretlerini kamçılayan en önemli aktör belki de tek aktör Sayın Recep Tayyib Erdoğan’dı. Halka ağır bedeller ödeten, büyük acılar çektiren adeta terör estiren hükümetleri, meydanlarda gayet de yerinde eleştiriler yapıyor, kınıyordu. Tabi ki bütün bu eleştirileri bizatihi Anadolu halkı nezdinde büyük takdirler görüyor, meydanlarda alkışlar, takdirlik sloganlara, tekbirlere karışıyordu.
Körfez Beylikleriyle, Al-i Suud’a, Esed’e özellikle de Mısır’ın meşru cumhurbaşkanını mahkeme salonunda, canlı yayında ölüme terk eden “Sisi’yle asla el sıkışmayacağını…” yüksek perdeden seslendiriyordu. Haklıydı da..
Elbette çok şeyler yaşandı, yaşanıyor, yaşanacak ama Sisi’nin 27 Temmuz’da Türkiye’ye geliyor olması acı. Arap Baharı sürecinin ağır yaralarının en derini de Sisi’nin eliyle, emriyle yaşandı, halen de yaşanıyor Efendim!
İhvan-ı müslimin; gerçekten bize, dünyaya Müslüman kardeşliğini öğreten bir Şehidler Mektebi’dir ve masumdur Efendiler! 1948’de İmam Hasan el-Benna ile başlayan şehadet kervanı Seyyid Kutub, Abdulkadir Udeh, Halid İslambulî ile günümüze kadar artarak devam ediyor. Orda her şehadet düğündür, her şehid damattır/gelindir; her infaz halka, her kurşun Hakk’a ve gerilen her urgan Şeri’at-ı Garra’yadır!
Orası Mısır! Firavunların ilahlık tasladığı, Musaların Nil’e sığındığı Hak ve Batıl davasının milattan öncelerin de ötesine dayandığı, fanilerin tanrılık tasladığı, tanrılık komedisini insanlara dayattığı, siyasi entrikaların sihre karıştığı ama Asa-yı Musa’nın sihri zelil etiği fakat yine de denizin ötesine muhacir gittiği; “Öz yurdunda garip, öz vatanında paryaların..” eksilmediği Mısır’dır orası!
“Tasek ji wê ava zelal nadim bi âva Kewserê/ Levhatina Qesra Şêrîn tu nabînim jê meferê” (Xanî). Sisiyle barışsak da o, bizimle barışmaz!
İşte bugün; tarihte yaşadığı tüm katliam, sürgün, idam, zindanların tamamını tek dönemde yaşatan bir Şövalye o! Kendisi gerçekten çok zorda. Meşruiyet arıyor, halkın nezdinde bir şekilde itibarı olan en aciz bir idareciye, en sıradan bir desteğe ihtiyacı var. Sayın Cumhurbaşkanı gibi halkın nezdinde seçim kazanmış bir Yerli ise bu katil için bulunmaz bir imkandır. Suud ve BAE de verecekleri krediler için en kirli çamaşırları kullanıyor. Eminim daha kirli çamaşırları da vardır. Alayını Türkiye iksiriyle temizlemek isteyeceklerdir.
Çünkü bu habislerin kendi halklarının nezdinde aslında bir itibarı kalmamıştır. Arap Baharından beri döktükleri kanların, kıydıkları canların bedellerini ödeyemeyeceklerini bilirler. “Terör”e, aşırılığa ceza verdiklerini, halkla bir sorunlarının olmadıklarını hep Türkiye üzerinden izah edeceklerdir.
İran İslam Cumhuriyeti ve Türkiye şu veya bu şekilde Yerlilerin yanında tavrını koyan iki ülke. Suud-İran yakınlaşması, şimdi de Suud- BAE- Mısır ve Türkiye kardeşliği üzerinden mesaj vereceklerdir. Kime mi?
Tabi ki canına okudukları yüz binleri, milyonları; göçe zorladıkları yüz binleri, hapsettikleri Yerlilere mesaj vereceklerdir. “İşte İran İslam Cumhuriyeti, işte Türkiye, işte el sıkışmam diyen Recep Tayyib Erdoğan.” diyeceklerdir.
İmam Rabbani’nin, Bediüzzaman’ın, Hasan el-Benna’ların, Seyyid Kutub’lardan almak istedikleri ama zerresini alamadıkları o cümleyi; “…aslında, ama, fakat, lakin…. ben hata ettim” itiraf ifadelerini işte böyle alır Ehl-i Nifak, Şer Cephesi!!
Sonrası mı? Durmayacaklar! Kafası bulandırılan sessiz çoğunluğa beter hesaplar soracaklar! Kurt, kuzuyu yemeye kararlı kardeşim! Yedirmeyelim; en azından alet olmayalım.
Hasılı kelam Sisi bir katildir, canidir, Şövalye Casusu, İslam ve insanlık düşmanıdır. Yani necasetten taharet… Tam da bu yüzden Türkiye’ye gelmemelidir.
Türkiye’ye gelmekle tabi ki paklanmaz ama bizim değer bildiğimiz her kıymeti, karizmayı… dahası hakikati bulandırır. Sayın Cumhurbaşkanı, bu dediklerimizi en az bizim kadar bilecek bir bilince, İslami şuura da sahiptir. Alet olmasın!
Ekonomi çok mu zorda? Bildiğimiz nice güzellik ve tasarruflar var; onları yapalım. Rabbim bilmediğimiz yolları da gösterecektir. Aksine Gayretullaha dokunur, hayır ve bereket kesilir. Wesselam.