Tatil; kurulu düzenine, rutin işlerine ara vermek; hayatının rutinlerine tekrar şevkle dönmek için dinlenmektir. Bu yönüyle tatil; ekmek su gibi bir ihtiyaçtır.

Ders aralarındaki teneffüsler, işçilerin ara ve ana yemekleri için ayırılan aralıklar, çiftçilerin tarlaları dinlendirmeleri, her seferinde farklı ürünler ekmeleri, Ramazan Orucu gibi uygulamalar da kendine has tatillerdir.

Peygamber Efendimiz de gelenekten gelen kaylûle/feylûle uygulamalarına uymuş ve tavsiyelerde bulunmuştur. Kardeşlerim Mekke’ye muktedir olarak dönmek için Medine’ye yapılan HİCRET’e ne der bilmem ama şahsen; yeni buluşma ve birleşmelere zemin hazırlayan “tebdil-i mekanda” da tatilin renklerini görüyorum.

Görüldüğü gibi tatiller, işi bırakma, hayattan el etek çekmek, tedavülden kalkmak değil; hayata yeniden hazırlanmak, bilenmektir.

Bu yönüyle bakıldığında hepimizin yılda bir, tatil anlamını verebileceğimiz bir tatilimiz olmalıdır.

Yaşadığımız dünya, paylaştığımız zemin ve bonkörce harcadığımız zaman bunu gerektirir.

Kabul edelim veya etmeyelim, “dünyamız, zemin ve zamanımızın” farklı tanımları da vardır.

Fuzulinin tanımladığı bir dünya da var: “Dost bî-pervâ felek bî-rahm ü devran bî-sükûn/ Derd çoh hem-derd yoh düşmen kavî tâli' zebun”

Bu, doğru ama yetmiyor.

İnsanın gezmeye, görmeye, gördüklerinden lezzetler, dersler çıkarmaya da ihtiyacı vardır. Bizim olmasa da eşimizin, çocuklarımızın mutlaka ihtiyacı vardır. Esasen bu ihtiyaç yeni de değil, tarihi kadim bir ihtiyaçtır. Marco Pola, İbn-i Batuta, Evliya Çelebilerin bıraktığı eserlerin günümüzde bir ihtiyaç olarak görülmesi de okuyucuların bu ihtiyaçlarını gidermesinden olsa gerek.

Rabbimiz de “De ki, Yeryüzünü dolaşın, yaratılışın nasıl başladığını görün. Sonra, yine ALLAH (ahiretteki) son yaratılışı başlatacaktır…” (Ankebut-20)

Hasılı tatil diye bir zorunlu ihtiyacımız vardır. Bu ihtiyacımızı giderirken aynı zamanda Rabbimizin “yoktan var etme/yaratılış” meselesinin esrarını da düşünmüş ve gidermiş oluyoruz.

Gideceğimiz her yerde Rabbimizin yaratılış felsefesine ait bir hikmete, bir mucizeye şahit oluyor; yüce sanatına hayran oluyoruz. Bu yüce sanat, ruhumuzu doyurur, gönlümüzü ferahlatır, hikmet gözlerimizi acar.

Bu yüzden tatile çıkalım, tatil yapalım, tatil için had ve hesabımıza uygun bir bütçe ayıralım. Çünkü israf haramdır ve Allah israf edenleri sevmez!

Tatillerimizi; dost, arkadaş ve akrabayla buluşmanın bir vesilesi de yapabilmemiz lazım.

Unutmayalım: Dar bi gulîyan geş dibe! (Ağaç, dallarıyla gürler).

Eş ve çocuklarımızın hatta nefsimizin de bu yönden üstümüzde hakkı vardır.

Tatile çıkacağımız yerlerin; öyle kıtaların ötesinde ulaşılması zor yerler olmasına gerek yok.

Şahsen bulunduğum köyde bile göremediğim, gördüğümde de hayran kaldığım ne güzel yerlerin olduğunu köyümü gezerken fark ettim. Bulunduğumuz ilçe, şehirde de inanın gidebileceğimiz, ders, nasihat, sıhhat ve huzur verecek yerler vardır.

Bizde; yerine çakılıp yanlışlarında diretenlere; “Dinê nedî..” (Dünya görmemiş.) derler. Fani dünya dediğimiz şu kervansarayda; -müsrif gasıplar en güzel yerleri gasp etmiş olsalar da- görmemiz gereken nice zenginlikler vardır.

Tatilimizi yukarıda belirttiğimiz ölçülere uygun tatiller olarak yaşayalım.

Unutmayalım; tatiller sadece harcama yapacağımız turlar değil; yeni buluşma, rızık kapıları, yeni hayırlara ulaşacağımız vesileler olarak da bilinmeli, görülmeli ve değerlendirilmelidir. Wesselam.