Bugün İslam dünyasında yaşananların daha beteri yüzyıllar önce Batı dünyasında yaşandı. Din, değer ve ruhbanlara göre yaşayan Batı dünyası ruhban sınıfın tanımladığı “din ve değerler” adına ağır bedeller verdi. İşgaller, katliamlar yaptı adeta insanın canına okudu, insanlığı yerin dibine geçirdi.
Batı; İslam Dünyasıyla büyük meydan muharebelerine girdi. Çoğunu da kaybetti. “İsa(as), İncil ve kilise” üzerinden yapılan dayatmalarla “itham, tehdit ve teklifler” yapılarak “can ve mal” gibi ağır bedeller isteniyordu. Ama bir şeyler hep ters gitti. Mesela refah düzeyi yükselmedi, eşitlik ve adalet sağlanmadı, mutlu azınlık ve mutsuz çoğunluk değişmedi, değişmiyordu, değişecek bir hali de yoktu.
Din ve değerler üzerinden yürütülen devamı istenen bu ticaret, hezimet ve karanlık sahneler Batı’daki seküler (laik/ladinî) modernist düşünceyi diriltecek zemini hazırlıyordu. Olumsuzlukların sebebi elbette İsa, İncil ve mabetler değildi ama bu değerlere diş geçiren seçkin mutlu azınlık, tüm güzellik ve değerleri bonkörce, sorumsuzca kullanarak tüketmişti. Artık halka özellikle de genç yeni nesillere verebilecekleri her güzellik ve değeri tüketmişlerdi.
İsa, Sezar’ın emrindeydi. Bu da güç, seküler modernizm; demoklesin kılıcının oluşturduğu yasama, yürütme ve yargı demekti. İncil, mabet ve mezarda okunmaya mahkûmdu. Mabetler, suç ve günahların aklandığı mekânlar oldu.
Bir canavardan kurtulmak isleyen Batı Dünyası, daha beter bir canavarın, emperyalist kapitalist sermayenin pençesine düşmüştü. Bir tavuğu keserken eli titreyen, yaprak koparırken üzülen insanların evlatlarını insanlıktan çıkarıp makinalaştırdı. Sermayeyi kapitalist bir azınlığa teslim eden Batı; “kıtaları sömüren, yerlilerin soyunu kurutan, her işgal bölgesinde milyonları katleden, insan avlama sanatlarını öğreten eğitim sistemi ve müesseseler geliştirdi.
Zorunlu kölelikten kurtulan sessiz çoğunluklar, bu kez asgari ücretli, sigortalı, dakika ve saniyelere ayarlı bir çalışma hayatıyla gönüllü köleler haline geldi…
Frengistanlarda; din komada, değerler mezattaydı… İnsanlar; alın teriyle kazandığı sınırlı sermayesini sınırsız sermaye sahiplerinin sunduğu çarklara harcıyor, harcarken de kendinden geçiyor. Kapitalist toplumun sessiz çoğunlukları; kazanmadığı zaman ağlamasını beceremeyen, soru sormasını bilmeyen, çaresizce yüreğindeki zindana hapsolan ve orada eriyip çürüyen biçare zavallıların dünyasında yürüdü!
Bugün, bizden daha ÖRGÜTLÜ olan Batı dünyasının genel durumu buydu.
Bu dünya, Hindistan’dan itibaren Uzak Doğu ülkelerinin tüm din ve değer kalelerini teslim almıştır. Amerika kıtalarının teslim tarihiyse sömürgeciliğin başlangıç tarihine dayanıyor.
Sırada İslam Dünyası var. Esasen Siyonist Sermaye ile tahkim edilen Kapitalist Batı kültürüne karşı direnebilecek tek millet, Müslüman milletlerdir, tek din de İslam’dır ama aynı Batı, İslam Dünyasını da bahşettiği milli kahramanlar, kurtuluş savaşları üzerinden dayattığı “cumhursuz cumhuriyetler” üzerinden kontrol ediyor.
Bizden öncekilerin hayatı, bu hikâye ve efsanelerle geçti. Bizim neslin yani 1965-79 arasındaki X Kuşağının son bir hamlesi kalmıştır.
Şu an iktidarda olan bu kuşağın kendi gerçeklerini konuşması gerekir. Kuralcıyız, iş ortamına bağlıyız, aidiyet duygumuz da makul. İlk tüketim kuşağı olsak da çalışarak yükseleceğimize inanıyoruz, Petrol krizlerini, sağ-sol çatışmalarını gördük…
Rabbimiz devranı dönderir. Gün bu gündür. O gün bu gündür;
Y özellikle de Z Kusağı’nın devranıdır.
Bu gerçekliği görmek, duymak, dinlemek ve kaale almak zorundayız. Rönesans, Reform ve seküler sanayi aydınlanmasının savurduğu 16-17. Yüzyıldaki Avrupa’dan daha yaman sarsıntılara yol açan tanımsız tehditlerin savurduğu bir dünyadayız artık. Y özellikle de Z Kuşağının dijital dünyası işte bu kasırgaların dünyasıdır ve tek çıkış yolu yine Peygamberlerin Reçeteleridir ancak Peygamber Mirasçıları komada.
Bakın denetim ve danışmanlık hizmeti veren Deloitte’nin 44 ülkede Y ve Z (1980-2000 arası doğanlar) kuşağı üzerinde yaptığı anket(2023), sonuçları; tükenmiş ama tehdit saçan bir gençliğin haberlerini veriyor. İşte:
Gençlik; “ev almanın, aile kurmanın imkânsız olduğuna inanıyor (%61-62). Hayat pahalılığı, işsizlik ve iklim değişikliğini en önemli tehditlerdir.. Katılımcıların 75’i, işverenlerinin tam zamanlı mesai istemesi halinde işten ayrılacağını söylüyor…”
Batının yüzyıllar önce bugüne göre daha zayıf suç ve günah yapılarına kaptırdığı bir gençlik ile yaşamı paylaşıyoruz.
Sorun ve soru: Bu gençliği nasıl, ne kadar duymalıyız? Neyi, nasıl öğreteceğiz? Wesselam!