Herkesin olan şu dünyayı bile başkalarıyla paylaşmakta zorlanan aklımızla tam 11 ay yol gittik.

Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik. Bir de ardımıza baktık ki ne görelim; bir çuvaldız boyu yol gitmiştik. Bilirim, bunlar masal ancak “Kendini kınayan NEFS’e AND olsun ki..” Ramazan dışında geçirdiğimiz 11 aylık ömrümüzün gerçeği tam da buydu. Nasıl mı?

Dile kolay, tam 11 ay…

Bilerek veya bilmeyerek nice günahlar işledik; hesabını veremeyeceğimiz nice suçlar işledik. Zaman öyle hızlı akıyordu ki birçoğunun suç veya günah olduğunu farkedebilecek “iman, iz’an, vicdan, cesaret ve ferasetten” de mahrumduk. Çünkü İlahi Terazi’de pek bir anlamı olmayacak nice dert ve davaların deryasındaydık…

Baş mazeretlerle haddi ve hududumuzu aştık; adalet namına tanımsız zulümler yaptık. Allah’ın hududuna zulmettik; kullara zulmettik, böylece kendi nefsimize de zulümler yaptık. “..Yakıtı insanlarla taşlar olan, kâfirler için hazırlanmış bulunan cehennem ateşinden kendinizi koruyun” (Bakara24) fermanına rağmen zulme devam ettik. Güvencelerimiz; “Allah affedicidir, affı severdi.” Gafletimiz dağlar kadardı. Hâlbuki; azabı da vardı.

Milyonların içinde her renk, inanç, fikir ve meşgalesi olan insanların karıştığı yaşamın parçasıydık. Doğrulardan çok yanlışların olduğu bir dünyada kim yanlış yapmazdı ki! Üstelik yanlışlarımızın çoğu isteğimiz dışındaydı veya çaresizdik... Tam da bu sebepten doğrularımızı görürken yanlışlarımızı unuttuk..

Güçlünün karşısında sesimiz kısıldı, sustuk; mazlumun tek hatasına cezalar kestik. “Zulüm bizdense ben, bizden değilim” diyemedik. Mazluma kızarken; zalimin yüzüne tükürme makamlarında gülümsedik.

Adaletsizlikten yakındık amma hissemize düşen adaletin boynunu büktük, belini kırdık. Adaletimiz güçsüz, gücümüz ise adaletsiz oldu! Zaten ne olduysa bundan dolayı oldu!

Etrafımızda aklı kendine yetmeyen güçsüzler vardı. Hayatımızın her adımında, her yerde bunlar vardı. Bir el atma, cep ve cüzdanımıza bir mütevazi dokunma; bu kardeşlerimizin hayati nice sıkıntılarını çözebilirdi ancak sıradan ama olmazsa olmaz derecesine taşıdığımız işlerimiz başımızdan aşkındı.

Sözler verdik. Bu sözlerimize Allah’ı ŞAHİT tuttuk; Resulünün hatırına dedik; şeref ve namusumuzu söz konusu ettik ama -ağzım kurusun- çoğundan gaflete düştük, öteledik, mazeretlere sığındık.. hasılı sınıfı geçemedik..

Yazı yerine söz üzerine ticari ilişkiler, nice dünya işlerini bina ettik. Ümmet olarak en çok sınıfta kaldığımız, hep kendi tarafımıza yonttuğumuz şu ticaret alanımız da içler acısıydı. Mülkün Sahibi emretmiş: “Ey İman edenler! Borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın, yazsın!” (Bakara 2/282)

Buna rağmen sözleşme ve anlaşmalarımızda; “belirlenen süreyi aştık, aşıyoruz; bir katibe yazdırmadık, yazdıramıyoruz, yazdırdıysak da adaletle yazmamaya gayret ettik, ediyoruz; adaletle yazdığımızı da Allah’ın öğrettiği gibi yazmadık, yazamıyoruz…” Tam da bu yüzden yaptığımız hesaplar, kurduğumuz iş ve işlemler, ticaretimiz karıştı, hesaplar şaştı, şaşıyor.. İşte 11 ayımızın hikayesi veya masalı… Her günümüz aslında bu tek masalın süreğiydi.

Bir de bu masalın dışında asıl bir DERD ve DAVAMIZ vardı.

Bu da Dünya’da “Emrolunduğumuz gibi DOSDOĞRU olma” derdi ve “AHİRETİ kazanma” davasıdır!

İşte Ramazan’ın dışındaki 11 ay boyunca bu DERT ve DAVAMIZ, yukarıda saydığımız İSRAFLAR yüzünden büyük acılar çekti, gurbetler yaşadı, ağır ve derin yaralar aldı.

Ramazan, işte bu dert ve davamızın imdadına yine yetişti. ORUÇ gibi bir mürşit ile ROJÎ gibi bir hekim ile, SAVM gibi bir usta ile.. Oruç; Yoktan var edenin emridir. Oruç tutmakla bir İNKILABI başardık çok büyük bir inkılap.

Bu günkü dünya halklarının karşısında diz çöktüğü Siyonist-Kapitalist Terörün MENBA’INA karşı, İmran’ın kızı Meryem’in masumiyetini ispatlayan, onların tuzaklarını başlarına geçiren de bu oruçtu! Yahudi müfteriler salya akıttı ama Meryem sustu. İdrakin izahta zorlandığı bir çocuk doğurmuştu. Tek silahı Susma Orucu’ydu. Kuduran şeytanların yağmur gibi sorularına tek cevap vermedi sustu. Yine sustu, sadece yeni doğmuş bir çocuk konuştu! konuşanlar sustu; gözleri yuvalarından çıkarcasına çarpıldı.. Meryem zaten temizdi ama masumiyetinin ispatı oldu.

Orucun; masumiyetini ispatladığı Meryem, ömrünü de öyle tamamladı, ahdini bozmadı; yüceldikçe yüceldi.

Şimdi sıra bizde. 11 aydan sonra RAMAZAN ve ORUÇ Mektebi yetişti. Yemedik, içmedik; ezan ve selalara odaklandık. Farklı namaz, rükû, secde, salavatlar; tövbe ve istiğfarlarımız, sadaka, fitre, infak, zekatlarımız… oldu. Bî-iznillah bunlar kabul oldu(!) Bu vesileyle yüreğimizde İslami ve insani bir inkılap oldu!

Nefsin esaretindeydik; özgülük için Hakka isyana HAYIR diyebildik. Allah’a kul olduk; kula kulluktan kurtulduk, “Muhammed’e can feda” sözümüzü ispatladık…

Rabbim bu AHDİMİZ üzere daim ve kaim eylesin. İşte bugün, O BAYRAM’dır. İnsanlık için, hususen de ümmet için hayırlı ve hayırlara; diriliş, direniş, tevhit ve kutlu zaferlerin miladı olsun ve tabi ki Siyonizm kahrolsun wesselam.