Şeytan’ın kaybı büyüktü. Üstünlüğünü bir türlü hazmedemediği Adem’in hilafeti, Azazil’i dergahtan lanetle kovmuş; dört kitabın lanetlisi kılmış; beşer aklının eseri olan tüm din, inanç ve efsanelerin istenmeyen mahluku etmişti.

İblis’in de ahdi vardı: Bu ağır bedelin sebebi olan Adem’in, zürriyetiyle beraber ne mertebe suçlu ve günahkâr olabileceklerini kanıtlayacaktı. Adem, her ne kadar eşref-i mahlukat olarak yaratılsa da o, ben-i beşer bir kuldu. Bu üstün vasıflarla donatılan Adem’in “helal-haram, hayır ve şer, suç ve günah...” gibi gözetmesi gereken kırmızı çizgilerinin olduğunu da bilirdi. Yolu; her zaman ve zeminde Âdem ve oğullarıyla kesiştiği için pes etme, af dileme veya tövbe gibi bir niyeti yoktu.

Acısı büyük olan Mel’un tam da bu kırmızı çizgilerden sokulacaktı hem de Adem ile Havva’nın kusursuz bir yaşam sürdüğü daru’s-safa olan o cennet mekanlarda!

Yasaklı meyveden yemeye ikna ettiği Âdem artık darul-cefa olan cehd ve imtihan dünyasındaydı…

Adem’in de kaybı büyüktü ama isyan etmedi. Nedamet duydu, gözyaşı döktü. Dahası kırk yıllık TÖVBE ile sadece AFFI için Rabbine yakardı. Ademin tövbesi kabul olmuş, affedilmişti ama bu affın bedeli de büyüktü. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Daha da kötüsü aynı şeytanın, Adem’in neslinden de dostları, işbirlikçileri, etkili ve yetkilileri hatta filozofları olacaktı. Onun adına çalışır, onun adına, konuşur ve onun adına düşüneceklerdi. Gerekirse Hakk’a ve hakikate inat savaşır, kan dökerlerdi.

Şeytan; hakikatte başaramamıştı ve tezi de çürümüştü ama kendince başarmıştı, tezini de kanıtlamıştı.

Ve ilk kan dökülmüştü!

Sadece Cennetin değil, Cehennemin de ehli türemişti. İşler artık ademin kendi tercihi, kendi seçimi olarak kayda geçecekti! Her neyse Şeytan için bu kadarı da yeterdi.

Ademin yaşamında Şeytan ve dostları hep oldu olacaktı. Nietzche (Niçe) de son bir sembol, bir rol model olarak tam da bu mirasın bir filozofuydu. Şahsen, şeytanın bulaştığı, bizzat musallat olduğu bir mağdur olarak da Niçe’ye bakarım; karşı zevat hatta kardeşlerim beni kınasa da! Hayat hikayesi bize bunu haykırıyor! İşte:

Niçe (1844-1900); Batı Aklının, Batı Aydınlanmasının fikir babasıdır. Kafka, Camus, Sartreleri… yetiştiren mektebin duayenidir. Savunduğu fikirlerin aksine o, bir rahibin oğlu, ilahiyatla ileri eğitimine başlayan bir kilise erbabı. Batı’nın müesses nizamı, inancı, din ve dindarlarıyla çelişkiler yaşaması da bu dönemde başlar.

Batı aklının; sömürü, işgal, korsanlık, üstün silah gücünün dünyayı sömürdüğü, insanları köleleştirdiği, katliamlara imza attığı bir dönemde; güç ve sömürüden yana tavır koyan, en azında rahatsız olmayan papa ve din adamlarının Niçe’yi, dine ikna etmeleri mümkün değildi. Mesela keşfedilen koca bir kıtanın sahibi olan Kızılderili Mazlum’un hukukunu sorması gereken kilise, papa ve rahipler; katliamdan arta kalan çaresizlere İncil sayfalarını vermekle, akıtılmış kanı sorma yerine güce teslim olmuş tanrıyı anlatan nasihatler… Niçe’ye işleyemezdi.

Niçe’ye göre bütün bunlar, zaten tanrının öldüğünün deliliydi.

“Tanrı, kötülüklerimize engel oluyor, hayallerimizi süslüyordu. Hepimizin umudu olan o büyük gücü kendi elimizle öldürdük, insanlığı yetim bıraktık…” diyen bir Niçe, pire için yorgan yakmış; baltayı taşa vurmuştu.

Medeniyetin Medine’sine ise varamıyordu. Yöneldi ama viraneler içinde perişan bir dünya, kendini arayan milyonlar buldu. Sultanların ötesine belki de varacaktı ama o Yeşil Vadi’nin önünde de Yetimlerin Umudu olan Muhammed(as)’in önünde de Pers ve Bizansı dirilten Süfyanoğullarının derin projelerini işleyen pençelerini gördü. Zaten güç ve güçlülerin dünyasının yorgunuydu.

Yunan tanrılarına, gerçek ışık dediği Apollo’ya, eğlence için dans ve vahşi içgüdü olan Dionyos’a yöneldi. Bir şeyler bulmak için çok çabaladı. Raksın simgesi olan Vagner Operasında tragedya operasının en heyecanlı yerinde, içindeki boşluğun dolmadığını gördü ve beklenmedik bir anda salonu terk etti! Çünkü;

Böyle Buyurdu Zerdüşt! Dağlardan inip halkı aydınlatan efsane bir isim olmalıydı ama o, vahye tepeden bakan Avrupa’nın seküler bir şehirlisiydi ve “Weswasil Hannas..” hala yakasından düşmemiş aksine zihnine, beyninin içine habire fısıldıyordu. Artık Nas ve Felak (insanların ve feleklerin) Rabbine ulaşamadı.

İnsanlık tehdit altındaydı, insanlar köleliğe razıydı ama o bir çare arıyordu. Hep boşluğa baktı. Yine baktı, daha ilerilere baktı… yine baktı. Boşluğa yeterince bakarsanız, o da size bakar ilkesince şeytan yanaştı, iblisi gördü. Bundan sonda bir yabancı değil, himaye edilmiş bir dost olarak buluştu.

Antık “Romanın köle ahlakı” dediği dindarlıktan “bencilliğe” sığındı. Çünkü bencillik insanı araştırmaya sevkeder, roteryen (gezginci oğlu, arayıp bulan) büyük dâhiler yetiştirir. Yine yanılmıştı aslında. Çünkü hayranı olduğu Aşil gibi bir kahraman da savaş tanrısı olan Ares’e tapan bir rotaryendi.

Bismark’a mektuplar yazan Niçe, ona deccal da dese de kurtarıcı Üstün İnsan’ını Güç İstenci’nde aradı.

Şeytan, onu hep vahiyden uzaklarda oyaladı. O, her ardağını da o uzakların boşluklarında aradı.. Defalarca aradı ama bir türlü vahyin sahillerine ulaşamadı. Ulaşamazdı da! Çünkü; insanın cennetten kovulmasına sebep olan beşer aklı onun da rehberi olmuştu ki bu da esasen Nas suresindeki Şeytan’ın ta kendisiydi. Tam da bu yüzden;

“Gelecek, başarılı ve deha olanlarının elindedir” dedi. Aradığı, bulduğunu zannettiği Üstün İnsan da kendisiydi. Artık açıkça saçmalıyordu. “İnsan çocuk bırakmamalı, kendine karşı samimi olmalı, büyük düşünmeli hatta intihar etmelidir…” diyebiliyordu. Irkçılık, faşizm, red ve inkarcılığa karşı savunduğu tezleri Elizabeth’in avucuna düşmüştü. O artık bir deliydi. Bağırıyor, çağırıyor, etrafa saldırıyor, tuhaf sesler çıkarıyordu.

Kardeşi Elizabet, onun bakıcısı, Nazi, antisemitist Alman milliyetçisi olan Bernhard Förster’in de eşiydi. İnsanlığa kurtuluş reçetesi olarak yazdığı, düşündüğü tüm tezleri işte bu Nazi Çetesinin mirası olarak kaldı. Bastonunu Hitler’e veren de bunlardı. Nice’nin eserleri özellikle de Güç İstenci, yayımcıların itirazına rağmen Nazizmin Üstün İnsan tanımına göre dizayn edildi. Bu tahribatı kabullenen yayınevleriyle beraber, Nice’ye rağmen vahşi tezler üretildi.

Hasılı, tüm tezleri; tevhidin özgürlük vadeden tek Yaratıcısına ve ezilen dünya halkları yerine; şeytanın da çağırdığı o kadim zulüm, tahribat ve şirkin post modern varislerine yaradı. Wesselam.