Genelde dünya halkları, özelde de Müslüman halklar hala artık sahada bir varlık gösteremeyen, miadını çoktan doldurmuş bir takım “tanım, tarz ve devleştirilmiş cücelerin” ilkelerine göre vaziyet almaya devam ediyor. Özellikle siyaset alanında durum bu.
Bila teşbih tarihte tekerrür etmiş ve cinlerin gururunu, haklarındaki efsaneleri rencide eden Hz Süleyman’ın haberi, düştüğümüz durumu pekâlâ resmediyor. Malum vakıa şöyle: Kudüs’teki mabedin inşasının bitmesi lazım. Hz Süleyman, Rabbinden, vefatının bilinmemesini dilemiştir. Vefatı nihayet anlaşılır ama gaybı bildikleri zannedilen cinleri hakir eden zorlu mabet inşası da kusursuz bitmiştir. İşte ilgili ayet:
“…onun ölümünü ancak değneğini yiyen ağaç kurdu (dabbetul ‘erd) gösterdi. Süleyman yıkılınca anlaşıldı ki, eğer cinler gaybı bilselerdi, o alçaltıcı/ağır işte çalışmayı sürdürmezlerdi.” (Sebe 14)
Olay tersinden okunursa dünya halklarının özellikle de Müslüman Coğrafyanın cinlerden beter duruma düştükleri ortada. Dünyanın kurulu düzeni, miadını doldurmuştur. Çağdaş Cahiliyeye dayalı zorba saltanatları, beceriksiz varislerine yani bastonlarına terk edilmiş.. Bu bastonların -farklı araçlarla bir bakabilsek- düştü düşecek durumda olduğu muhtemelen düştüğü de görülecektir. Ağaç kurdu denilen Dabbe; bu müflis düzeni -iflasa rağmen- sürdürmeye çalışan beceriksiz varisleridir. Dünyadaki düzeni pekâlâ yukardaki gibi tanımlamak mümkün.
Hal böyleyken dünya halkları neden bu müflis zihniyetlerden kurtulamıyor?
“Korku veya umut olmaktan çıkalı on yıllar olan bu köhnemiş zihniyet ve fosillerinin hala hükmetmesinin sebebi nedir” diye sorulabilir!
Sebebi işte yukarıda bahsettiğimiz cinlerin hazin durumudur. Cinlerin düştüğü töhmet ve zillet, inayet-i ilahiyle desteklenen Hz. Süleyman gibi bir otoriteye karşı olması bir bakıma çok da rencide edici değildir. Dünya halklarının özellikle de Müslüman milletlerin düştüğü durum -eyba mezin, fedîya gran- (büyük ayıp, ağır utanç) cin ve ifritlerin durumundan daha gurur kırıcı, daha rencide edicidir.
Eğri oturup doğru konuşursak; dünyada özellikle de Müslüman Coğrafyalarda hala kabullenilmiş yenilgiler, Stockholm Sendromu diyebileceğimiz sendromlar hükmedebiliyor.
Miadını çoktan doldurmuş olan bitik ilkelerini sürdüren Dabbe diyebileceğimiz şu beceriksiz varisler, bir çözüm üretemiyor, kitlelerin bilinçaltlarına “korku, beka meselesi, çoğu sanal olan vaatler ve -gerekirse- cezalandırma” tanım ve taktikleriyle hükmediyorlar.
Kitlelerin özgür iradeleri, korkuların tutsağı ediliyor. Ülkemde halkın ezici iradesiyle seçilmiş olan bir başbakan, bakan yarenleriyle idam edildi. Pakistan’da “İslami devlet ve hukuk sistemi..” diyen Ziyaul Hakk havadaki sabotajla infaz edildi. Seçilmiş cumhurbaşkanı M. Mursi, canlı yayında çırpınarak şehadete yürüdü. Keşmir’de iman ve tevhide çağıran seçkin ulema idam edildi. Kuzey Afrika devletlerinde ezici oylarla seçilen hükümetler askeri veya yargı darbeleriyle görevden alındı, yönetim kadroları müebbet hapis, sürgünler yedi veya idam edildi…
Dâbbelerin nemalandığı ilkeler, vatan ve milletin asayiş ve istikrarı için olmazsa olmaz esaslar gibi bir beka meselesi olarak işlendi. Tanımlanan bu korku ve beka meseleleri; kurum, kuruluş, sahte peygamberler ve bunların azgın mutlu azınlığı üzerinden “gece anlatıldı, gündüz anlatıldı; açık anlatıldı, gizli anlatıldı..” hülasa her araç ve her vesileyle bu korku ve umutlar işlendi.
İşlenen bu korkular, görülen lüzum üzere her vesileyle de gerçek yaşama da uygulanıyordu. Nasıl karşılık bulmasın ki; Ümmetin son yüzyılının neredeyse tamamı “son kullanım tarihi geçmiş olan “tanım, tarz ve devleştirilmiş cücelerin ilkelerini sürdüren beceriksiz dabbelere” verdiği ağır bedellerle geçmiş.
Devletin orantısız gücünü, imkân ve kabiliyetlerini elinde bulunduran Müslüman coğrafyalardaki dabbeler, verdikleri mevki ve makamlar, arpalık denilen kurum, kuruluş ve mirî mülkler… gibi nimetler(!?) de olmuştur. Ne var ki bu işte de adalet ve liyakati gözetemediklerinden bir neticeye varılamamışlardır.
Dünyada özellikle de Ümmet coğrafyasındaki bir asırlık iktidarlarının neticesinde sosyal, siyasi alanlarda; mal ve hizmet sunumunda çok şey denediler amma hiç birinde başarılı olamadılar, yönettikleri milyonları mutlu edemediler. Çoğu ülkede halka ve Hakk’a rağmen tutunmaya çalışan bu statükolar aslında iflas etmiş, “…ölmedi, yüreğimde yaşıyor…” diye dayattıkları mevta ve bunların ilkeleriyle ülke yönetmektedirler.
Tarihteki Hz. Süleyman’ın cinler üzerinden haklı olarak tecelli eden İlahi destanının sanal ve trajikomik versiyonu, bugün hem de en dramatik şekilde bizim üzerimizden devam ediyor!
Mesele açık, olay şudur.
Dünya sistemi; konkordato ilanından sonra iflasını da ilan etmiştir. Bunun şövalyelerinin, insanlığa sunabilecekleri hiçbir güzellik, hiçbir değerleri kalmamıştır.
Hz. Süleyman’ın alnına dayadığı değneği bir Takdir-i Hüda idi. Buna rağmen, dabbelerin kemirmesiyle, oturur halde tuttuğu mübarek peygamber naaşı yere yıkılmış, rencide olan cinler özgürlüğüne kavuşmuştu.
Bizimki ise beter bir dram.
Umudumuzu, cesaretimizi bir türlü toparlayamıyoruz. Bir Allah’ın kulu kalkıp; “kral çıplak diyemiyor. Bu adam öldü, bu yasalar yetmiyor; bu düzen böyle gitmez…” diyemiyor!
Gelen gideni aratır; her gelen gidenin yanlışını tekrar etmenin ötesine geçemiyor! Şev tê şeve girantir; roj tê rojê xirabtir!
Biri şu koltuk değneğine dokunsun Muhammed, İsa aşkına! Bir camia, bu yoldan hayır gelmez desin! Bir siyasal yapı, bir teşkilat; işte reçete, işte kurtuluş; “Bu, benim dosdoğru yolum” desin! “Bildiklerimi yaparsam, Rabbim bilmediklerimi bana öğretir” desin; …demek zorundadır. Asa-yı Musa, Zulfikar… aşkına!! Bitmiş iflaslara uymakla bu ümmet düze çıkmaz.
Tam da bu yüzden; birileri çıkıp kendisi olabilsin; Allah’ın, dostlarını yolda bırakmayacağına inansın, ispatlasın! Sabırla, inatla ve namazla Allah’tan yardım istesin! Ey insanlar! İstikrar ve asayiş, sefaletten kurtuluş reçetemiz vardır desin ve bunda sebat etsin! Nedir bu telaş? Neden akrebin kıskacındaki bin bir tuzaklı sofralara acil kurulmalar?
Kurtuluş reçetemiz; bu günümüzde değil. Halka ve Hakk’a rağmen şekillenen çağdaş tarihimizde hiç değildir. O; Mafhuz bir kitapta ve yanı başımızdadır.
“Kuşluk vaktine andolsun! Karanlığı çöktüğü vakit geceye and olsun ki; Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da. ….Şüphesiz, Rabbin sana verecek ve sen de hoşnut olacaksın! Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi? …Öyleyse sakın yetimi ezme! …Sakın isteyeni azarlama! …RABBİNİN NİMETİNE GELİNCE; İŞTE ONU ANLAT! (Duhâ 1-11)
Milyonların farklı bir çıkış beklediği bu acîb asırda; dünyalık çıkar ve menfaatin, acil sanal kazançların ötesinde dert ve dersimiz olsun wesselam!