Önceki yazımızda Halkı Müslüman Devletlerde olup bitenleri açıklarken; olanların; “dünden bu güne değişmeyen tekrarlar olduğunu, dünya nimetlerinin eşit ve dengeli paylaşımını isteyen İslam ile tümünü isteyen Beşer Aklının mücadelesi olduğunu ve bunun süreceğini..” de hassaten belirtmiştik.

Türkiye hâlihazırda bir seçim sath-ı mailinde. Bu seçimler de şüphesiz yine bu beşer aklının kurallarına göre olacak. Bu beşer aklının mimarı Batı Felsefesi ve sanal değerleridir.

Bu durumda Müslüman yapılar; ya acile balıklama atlamadan kendisi olarak kalacak ya da lütfen sunulan acil fason nimetlerin hatırına acile heves edecek ve bir başkası olarak yaşamaya hüküm giyecek! Durum kritik, olay vahim.. Nimet ise Allah ve kul cenahından gelen farklı iki çeşit.. Biri sabır ister, biriyse hazır ve aciliyet ama tuzaklanmış(!).

“Sed ZAHİD êxistin jêrê/ Wê Nazik u Leb Şekkerê”

O Şeker Dudaklı Nazlı/ Yüz(lerce) Zahidi (manevi makamlarından) baş aşağı etti! (M. Cizîrî)

Beşer aklı olan Batı felsefesi de bunu istiyor. Yaratıcının yaşamın dışında, hiç olmazsa içeriği boşaltılmış mabetlerin içinde tutulmasını istiyor. Yaratıcı, yaşamın akışına müdahale etmeyecek ama yaşamın zevk u sefasının israf ve sefahate gark ederek verimden düşürdüğü sessiz çoğunlukları ayıltacak; iş ve üretim sahalarına sürecek bir ihtiyat güç olarak kalmasını istiyor. Mülkü ise kendileri idare edecek!

Yani öyle sandığımız kadar meydanı da boş bırakmamışlar.

Emperyalist kapitalist dünyada secularizm, bizdeki şekliyle laiklik denen beşer aklı, tam da bu yüzden topluma tüm imkân ve kabiliyetleriyle fir’avnî müdahaleler yapıyor, yasalar dayatıyor. Kadim tarihte olduğu gibi; “Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı.” (Kasas-4)

Bu gün dünyada siyasi ve sosyal alanlarda çalışan beşer aklı da Firavunların aklı gibi çalışıyor.

Şahsen, özellikle halkı Müslüman ülkelerdeki eğitim sisteminin bozulmasının kasıtlı ve planlı bir proje sonucunda geliştiğine inanmaktayım. Bu eğitim sistemi; sorgulayan bir gençlik değil, sunulana teslim olacak, mazi algısı olmayan, gözüyle düşünen bir gençlik yetiştiriyor.

Bu haliyle erkekler zaten yaşıyorken ölmekte; kızlar ise sanal dünyadaki israf ve eğlencenin esiri olarak kapitalist sermayenin enstrümanları oluyor.

Zaten sağlam bir manevi temeli olan azınlıktaki bir gençlik dışındaki çoğunluk “summun, bukmun, ‘umyun…” fermanı gereğince yaşadığı halde hakikaten de “işitmiyor, konuşmuyor, duyamıyor.”

Şunu demek istiyoruz: Evlatlarımız gözlerimizin önünde gerçek yaşamdan koparılırken;  nasa kör, sanala hayran milyonlarca gençliğin sayısı her gün baş döndürücü şekilde artarken; seküler yaşam ve yasalar en korunaklı Hakikat Kalelerimize hücum ederken; “özelde ülkesinin, geneldeyse ümmetin hatta dünyanın sıhhat ve selametine TALİB Olanların;”  keyiflerine göre davranma, nefsine hoş gelen sanal vaatlere kanma daha da korkunç ve daha da elimi, şampiyonlar ligi takımı olarak amatör liglerin fanatiği olma gibi bir lüksü ve hakkı yoktur!  

Bir Müslüman farkında olmasa da büyüktür. Çünkü onun davası, derdi, Rabbinden istedikleri, Rabbinin vadettikleri, en nihayetinde de kazanacakları ve kaybedecekleri… de çok büyütür! Esasen onun Sahibi de tanımsız büyüktür.. Öyle ki “mülkün gerçek sahibidir.”

İşte bu Allah’ın; ezilenler, mahrum bırakılanlar için daha özel ve müstesna hesapları vardır. İşte:

“Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım./ Yeryüzünde onları kudret sahibi kılalım ve onların eliyle Firavun'a, Hâmân'a ve ordularına, çekinegeldikleri şeyleri gösterelim.” (Kasas 5-6)

Bu Rabbimizin isteğidir. Son yüzyılda özellikle de son elli yılda Müslüman diyarlarının siyaset meydanlarının rengine bakalım.

Türkiye Cumhuriyetinde, Payitaht İstanbul ve hilafet mirası üzerinde laik demokratik(!) bir cumhuriyet kuruldu. Hilafet için mücadele adına şekillenen bir Kurtuluş Savaşı ve kurulan bir cumhuriyet; hamiline rağmen -uzun hikâyedir- başta Son Osmanlı Mebuslar Meclisinin onayladığı Misak-ı Millîden feragat etti, Lozan Anlaşmasıyla tarz ve takdirini belirleyerek Batılı bir yapı doğurdu.

Bizde olanlar, sair İslam diyarları için rol model konumundaydı. Dünyanın hâkim güçleri; klasik işgal ve istila, kitle kıyımlarından vazgeçmiş; işgal, istila ve kitle yerli kıyımlarını, Yerli İşbirlikçileri üzerinden hem de daha beter şekilde kendilerine rahmet okutacak şekilde yaptıracaklardı, yaptırdılar.

Irak, Hicaz Beylikleri, Suriye, Mısır, Cezayir… gibi nice ülkelerin “kurtuluş savaşlarında verdikleri şehit sayısından kat kat fazla şehit, bu yerli işbirlikçilerinin elleriyle katledildi. Yerli halk sürgün, hapis, işkence, fail-i meçhuller, suikastlar, idamlar, toplu infazlar, soykırımlar gördü.

Bütün bunlara rağmen Müslüman halk, yılmadı, yıkılmadı. Her defasında daha şiddetli bir mücadele için ayağa kalkmasını bildi ve işgalcileri yaptıklarına pişman etti. Anadolu da belki bu yüzden direkt işgal edilmedi. Anadolu’nun direnişine karşı nihai olarak yenileceğini bilen Emperyalistler, Dolaylı İşgal Metodunu uyguladılar… Sonuç ise malum!

Yıl 2022 ve seçim arafesindeyiz. 100 yıl sonra konuşulan en etkili konu hala başörtüsü ve aile yapımızın nasıl güvenceye alınacağı! Gülelim mi ağlayalım mı bilmem ama böyle bir siyasal yapıda kendisi olarak kalmanın öneminin büyük olduğu ortada. Olduğu gibi görünmemek; zannımca bir başkası olmaya zorlar, halkın nezdinde de sunacağı bir alternatif proje, kişilik ve kimlik de kalmayacaktır.

Merhum Mücahit Erbakan da uzlaştı. Evet ama etkin bir güç ve siyasal sürecin gidişatını belirleyecek bir aktör olarak… Bugün, hemen tüm İslami Camiaların öncü kadrolarının bir şekilde Merhum Erbakan’ın Mektebinden yetiştiği veya nemalandığı da inkâr edilemez! Hayrıyla günahıyla İran ve Afganistan’daki İslami yapılanmaların da kendisi olarak yaşayan öncü ve bedel ödeyen kadroların eseri olduğu da inkar edilemez.

Hülasa Allah’ın Dini’ne yani kendimize yardım edeceğimiz bir zaman ve zemindeyiz.

Bila teşbih, yılanla fare meselesi gibi. Makul yapılar ve muteber insanlar direkt de değil, lütfen ve dolaylı yollardan; bir altın karşılığında, arkası görünen bir karışlık deliğe çağırılıyorlar. Güzel aslında amma menzil yok, para çok. Bunda var bir .ok! Wesselam.