Din ve değer öncülerinin her defasında “küfür, şirk, israf, zulüm ve zan” gibi TEHDİTLERDEN kurtardığı Dünya Halkları, akabinde gelen iki aşamalı değişim sonucunda tekrar aynı tehdidin pençesine düşmüştür. Din ve değerleri itibarsız eden sebeplerden birincisi, din ve değerlere rağmen din üzerinden beka bulan liyakatsiz Gaflet Ehli, diğeri de gaflet ehlinin durumundan, vazife devşiren pusudaki Delalet Ehli’dir.

Hak ile Batıl, birbirinin zıddı olan iki değerdir. Buna; nur ile zulumat, hayır ile şer… de diyebiliriz. Birinin hâkimiyeti, diğerinin esaretidir. Allah ise mülkün sahibi ve Kadir ama aynı zamanda da adildir. Tam da bu yüzden, belli aralıklarla yeryüzündeki hâkimiyet el değiştirir.

Bu Sünnetulah gereğidir. “Kime uzun ömür verirsek yaratılışta onu tersine çeviririz. Hâlâ akıl etmiyorlar mı?” (Yasin 68) Ayet, insan ömrünü kastediyor ama insan, örgütler, devlet ve iktidarlar da aynı değişime tabidir. Doğar, büyür, yaşlanıp hantallaşır; işlevini yitirip ölür, hüküm ve hayat sahnesinden çekilir.

Bugün devran, ne yazık ki yine kadim küfür ve şirkin devamı olan Seküler Aydınlanmanın(!?) ürünü olan Postmodern Şirkindir.  Dünyaya hükmeden imparatorluklar, modernizmin sarsıntılarıyla sarsılıp sahneden çekilince; son 200 yıldır seküler aydınlanma sosyal, siyasal, inanç alanlarına hükmediyor; kendi değerlerini kırmadan dökmeden dayatıyor.

Son 200 yılda İlahi ile Beşeri sistemlerin alan hâkimiyeti sahasında verdiği mücadele geçmişe göre daha yoğun, daha acımasız ve daha orantısız oldu denebilir.

Dönemimizde bir peygamber gelmedi, gelemezdi; vahiy inmedi, inemezdi; Bedir Sahalarına inen imanlı yürekler olmadı, oluşmadı, oluşamazdı. Daha da acıklısı Çağdaş Yezitlere karşı -sözün bittiği yerde, sessiz çığlık için yarenleri ve aile efradıyla- Kerbelalara yürüyen Hüseyinler gelmedi, gelemezdi… Medrese Ehlinde Zülfikar, Mektep Ehlinde de Asa-yı Musa yoktu, bu akl u fikr ile olamazdı da. Muhammed(as)’ın varisleri çoktu ama zaman ve zemin (menziller) uzak, tevhit gecikiyordu. Dahası bu Efsane Kahramanlarımızın ardında “Muhammed demişse doğrudur” diyen Ebubekirler de duyulmadı… Zaten İlah, Rab, yaratılış tanımlarına bile nice şaibeler saçan, sessiz çoğunlukların zihnini bulandıran bu mekteplerde yetişemezdi de!

Cephelerde kazanılan zaferlerin bir anlamı kalmadı; cephe gerileri, en gerilerde zihinler bulanık, mahzun ve mahrum kalpler Deccalın vadettiği sanal aşklar için çırpınıyor.

*Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül arar da,
Gezer bağdan bağa Çoban Çeşmesi,

  *Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,

Tarihe karıştı eski sevdalar.
Beyhude seslenir, beyhude çağlar,
Bir sola, bir sağa Çoban Çeşmesi!!”
(F.Nafiz).  

 Haberin kaynağı fasık, cazibenin adresi Hiroşimalara atom bombası atan akılın Garbın afaklarından estirdiği moda oldu. Gençlerde özellikle de kadınlarımızın yaşam felsefesi, insanlığa verecek bir değeri kalmayan Siyonist Sermayeli Emperyalizmin sanal değerleri olmuş.

Hasılı kelam, seküler Batı Aydınlanması, dünyadaki tüm din, inanç ve değerlerden durmadan mevzi kazandı, kazanıyor.

Uzak Doğu’nun şirk dinlerinin modernizme karşı direnecek tezleri yok. Tüm masumiyetleriyle postmodern şirkin avucuna peşinen ve gönül rızasıyla girdiler. Komünizm bir şeyler söyledi ama o da doğarken öldü. Silah ve yumruğun zoruyla direndi ama manzara ortada. Komünizmin taşralardaki militan ve kahramanları, -tıpkı bizim gibi(!)- birer birer kapitalizmin işini bilen memurları oldular veya nesli tükenen canlılar grubuna dâhil oldular. Yahudilik; kardeşi Yusuf’u bile kuyuya atan gözü dönmüş çılgın terörist, pul-perest kardeşlerinden daha beter varislerin esaretinde. Hristiyanlık ise İsa(as)ı Sezar’a kurban edeli yüzyıllar oldu.

Bu acib ve acımasız asırda; “göç, katliam, işgal, fuhuş, eğlence” kavramlarını, dünya halklarının sermayelerini, kıt kaynaklarını ele geçirmenin vasıtası yapan Kapitalist Emperyalizmin Mübareze Meydanında kalan tek MÜBARİZ, İslam’dır; İslam ise “öz yurdunda gariptir, öz yurdunda paryadır” ama hala kapitalist aklın en büyük rakibi ve birinci tehdittir.

Her çıkışın bir inişi, her inişin de bir çıkışı vardır.

Endişe mi umut mu bilmem ama SORUN şu: Batı, insan aklının, seküler yaşam, sefahat, fuhşiyat, suç ve günahların yorgunudur. Tatmin olamadığı bu zirvelerden aşağılara doğru hızla iniyor! Müslüman halklar ise Batının yorgunun olduğu, mutlu olamadığı o karanlık zirvelere doğru tırmanıyor; vahye, mutlu mazisine, kınayamadığı değerlerine rağmen bu yanlış yolda.

Sünnetullah şu: Kendilerinden önce nice nesilleri yok ettiğimizi görmediler mi? Onlara size vermediğimiz imkânları vermiş, gökten üzerlerine bolca yağmur indirmiş ve altlarından ırmaklar akıtmıştık. Ama onları günahlarından dolayı helak ettik ve peşlerinden başka nesiller ortaya çıkardık.” (En’am 6)

Mesele şu: Yerdeki İnsani ve İslami sancağı kim kaldırabilecek; bu şeref kime nasip olacak? Seküler yaşamın yorgunu Garb Elleri mi, vahyin kalbi olan Bizim Ellerden bir millete mi?

Derim ki; “Emrolunduğun gibi DOSDOĞRU ol-mak” şarttır. Çünkü “Bu bir Dad-ı Hüddâ’dır cehd ile olmaz!” wesselam!